Allah’ın lügati Kur’an bizim için, Allah’a göre neyin ne olduğunu açıklayan bir anahtardır. O neyi nasık tartar, neyi/kimi nasıl sever… hep ondan öğreniriz biz. Şu halde, Allah’ı razı etmeyi dert edinmiş bir müslümanın, kavramların o lügatteki karşılıklarıyla hayatını şekillendirmek istemesi de son derece tabiidir.
Zaman geçtikçe, Allah’ın konuştuğu dille bizim konuştuğumuz dil arasındaki mesafe de giderek açılıyor. Allah’ın konuştuğu dil derken, ölümsüz mesajı Kur’an vasıtasıyla, hayatımızı ve tasavvurlarımızı anlamlandırma metodunu kastediyorum. O, bize Kur’an’ı indirerek, kendimizi ve dışımızdaki dünyayı ona göre yorumlamamızı istemiş ve bize zengin çağrışımlarla dolu bir lügat sunmuştur.
Allah’ın lügati Kur’an bizim için, Allah’a göre neyin ne olduğunu açıklayan bir anahtardır. O neyi nasık tartar, neyi/kimi nasıl sever… hep ondan öğreniriz biz. Şu halde, Allah’ı razı etmeyi dert edinmiş bir müslümanın, kavramların o lügatteki karşılıklarıyla hayatını şekillendirmek istemesi de son derece tabiidir. Kur’an bize pek çok ipuçları sunar bu noktada:
“Mal da, çoluk-çocuk da dünya hayatının zinetidir…” (18/46)
Neredeyse hepimizin ana gaye-istikbal edindiği kavramlara Allah “zinet” demekte. Zinet, bir şeyin asıl parçası değil, onu daha güzel göstermek için eklenen iğreti ilavedir. Mal ve çocuklara Allah’ın biçtiği değer bu kadar. Demek ki Allah’ın lügatinde bizim çok değer verdiğimiz bazı şeylerin farklı manaları olabiliyor.
“Kafirlerin diyar diyar gezip dolaşması (her türlü rahatlık içinde yaşayışları) sakın seni aldatmasın. Az bir zevklenmedir o…” (3/196-197)
Dünyaya hakim olan güçler, gözümüzde asla yenilmez olanlar, müreffeh bir hayat süren inançsız insanlar… Allah, hepsinin üstüne kocaman bir çizgi çekiyor ve bu yıkılmaz sanılan saltanata “az bir şey” diyor. Bunun böyle bilen bir Müslüman Allah’tan başkasından korkar mı? “Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma. O, onları, gözlerin yuvalarından uğrayacağı bir güne erteliyor.” (14/42)
Bize kalsa her şey olup bitmeli, zalimlerin sonu gelivermeli, dünya huzura kavuşmalı, zulümler sona ermeli… Oysa Allah hiç de aceleci değildir, erteler de erteler. Allah bazen öyle mühlet verir ki zalime, hikmetini anlamakta zorlanırız.. Hatta bazen her şey o kadar giriftleşir ki, “yok musun?” diye haykıracak oluruz. Vardır O,vardan da ötede ve her şeyi bilmekte, herkesin/her şeyin hesabını ayrıntılı olarak tutmaktadır.
“İnsan aceleden yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, benden aceleyle istemeyin.” (21/37)
İsteriz ki güzel günlere yetişelim. Oysa O, zaferi değil seferi emretmiştir. O, karar verdiği şeyi mutlaka yapar. Binlerce İsrailoğlu evladının boğazlanmasına göz yumar da, bunların içinden seçtiği Musasını öz düşmanının elinde büyütüp onunla ezer Firavun’un başını. Bütün bu oluşlar asırlar sürse de, böyle yürür işler O’nun katında. Zaten zaman bize göre uzundur; O’nun için bin yılımız bir gün gibidir: “Rabbin’in katında bir gün,sizin hesabınızla bin yıl gibidir.” (18/47)
Allah salih kullarına vaad etmiştir: Onları, geçirdikleri korku döneminden sonra emniyete kavuşturacak ve onlara yeryüzünde geniş imkanlar bahşedecektir:
“Allah, sizden iman edip salih ameller işleyenlere vaad etmiştir: kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi, onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacak; onlar için razı olduğu dini sağlamca yerleştirecek; geçirdikleri korku dönemlerinden sonra, onlara huzur ve emniyet bahşedecektir…”(24/55)
Bu sürecin nasıl işleyeceği, bu işlemin hangi yöntemle olacağı, ne kadar zaman alacağı… tüm bu soruların cevabı meçhulümüz. Ama ayette çok net iki şey var: a) Bu vaad gerçekleşecektir, b) korkulu ve sıkıntılı bir süreç yaşanacaktır. Evet, Allah mü’minlere güzellikler vaad ettiği gibi, sıkıntı ve korku da vaat ediyor. İşte bu vaadin tam metni: “Sizi mutlaka; biraz korku, biraz açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmeyle deneyeceğiz. Sabredenleri müjdele..” (2/155)
“Mutlaka, mallarınız ve canlarınız hususunda imtihana tabi tutulacaksınız…. Bir çok kırıcı söz/aşağılama işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takva sahibi olursanız, işte bu, yapılmaya değer işlerdendir.” (3/186)
Allah, mü’minleri evire-çevire, içte dışta sınadıktan,emanete layık bir kadroyu yetiştirdikten ve murdarı temizden/habisi tayyibden ayıkladıktan sonra, dünyada mü’min kullarına geniş imkanlar bahşedecektir. Bu, O’nun vaadidir ve O, vaadinden caymayacağını gösterecektir. Lügatimizi Allah’ın lügatine, ölçümüzü O’nun ölçülerine uydurduğumuz zaman, olup bitenleri daha sağlıklı değerlendirebileceğiz. O zaman anlayabileceğiz İslam coğrafyasının başına çevrilen dolapları. Afganlıların niçin vurulup vurulup bir daha kalktıklarını, Filistin’deki anaların gözlerinde çakan nefret kıvılcımlarında, doğunun ve batının kapılarının açılışını işte o zaman fark edebileceğiz. Hendekte kırılamayan o kocaman kayayı, elindeki balyozla parçalayan Nebi(s)’nin, çıkan kıvılcımlarda gördükleri nasıl akla gelmez şimdi: “Birinci kıvılcımda Şam sarayları, ikinci kıvılcımda Medain’in beyaz sarayları, üçüncüde Yemen-San’a’nın kapıları” nı gören Hz.Nebi?..
Hendek… Rasulullah da dahil herkesin, savaşın sıkıntısından ikindi namazını kılamadıkları; mü’minlerin alttan ve üstten kuşatıldıkları; yüreklerin ağızlara geldiği; herkesin Allah hakkında türlü türlü zanlarda bulunduğu; inananların sarsıldıkça sarsıldıkları o çetin kapışma… İnsanların “bittik” dediği o zor zamanda, lügatini Rabbi’nin lügatine uydurmuş olan Rasulullah olaylara o gözle bakıyor; kıvılcımların, toz-dumanın içinden Şam’ın, İran’ın saraylarını seyrediyordu.
Bugün yine sallıyor bizi fırtınalar, köklerimizden sökercesine… Yüreklerimiz kanıyor. Akan kanlarımız gözyaşlarımıza, dualarımız çığlıklarımıza karışıyor dört bir tarafta… Kovuluşlarımız, duyduğumuz kırıcı ithamların üzerine ekleniyor. Her taraftan sınama muştuları geliyor. Muştu evet… Allah vaadinden caymadığının, caymayacağının işaretlerini veriyor. Sünnetullah, hükmünü icra ediyor.Direncimiz, sabrımız, tevekkülümüz, duamız, gözyaşımız teste tabi tutuluyor. Süreç işliyor, her şey tam da haber verildiği gibi. Ve hepsinden de önemlisi –işte benim muştu dediğim şey- Alemlerin Rabbi, bizden hala ümit kesmediğini gösteriyor görebilene…
Ve biz… Dünyanın Allah’ın takdirine doğru aktığı şu ayrışma günlerinde, Rabbimiz’le aynı dili konuşamamanın kahreden, dehşete düşüren sancılarıyla kıvranıyoruz.O, bizi bu sürece bizzat müdahale eden başrol oyuncuları olarak görmek isterken, biz ısrarla figüranlığa talip olmak istiyoruz. Her kovuluştan, her hırpalanıştan sonra, garip bir eziklikle “niçin ben? Günahım ne benim?..”soruları istila ediyor içimizi… “niçin biz, niçin? Oysa her şey ne de güzel gidiyordu!...”
Biz! Çünkü her silkeleyiş, Allah’ın hala bizi defterinden silmediğini gösteriyor. Her uyarı, hala dönüşün/tevbenin mümkün olduğunun işaretleriyle dolu. Allah bizi sarsarak uyandırmak ve bize, bizdeki potansiyeli fark ettirmek istiyor. Hala sınanıyorsak eğer, zamanımız var demektir, ıslah etmek/ ıslah olmak için. Asıl felaket, Sahibimiz Allah bizden ümidini kestiği zaman başlayacaktır.