
Selçuk Küpçük
Yusuf İslam artık bir Müslüman olarak Batı müzik sektörüne çevirdi bayrağını. Belki de sektöre taş koyacak, kafalarını karıştıracak, kafası çalışan başka müzisyenleri etkileyecek. Kendisine hem Batılıların hem de Müslümanların yüklediği imaj tasallutundan sıyrılıp bütün imajların üzerinde ilk kez kendisi olacak.
1976 yılında bir genç, Kaliforniya’nın Malibu sahilinde güneşli ancak denizin yüzmek için uygun olmadığı bir gün, içindeki coşkuyu durduramayarak dalgalar ile oynamaya başlar. Zamanla sahilden epey uzaklaştığını fark eder. Geri dönmek için çabalasa da deniz bütün gücüyle O’nu açıklarına doğru çekmektedir. Artık ölüm ile burun buruna gelinmiştir. Genç, içinden bütün samimiyeti ile Allah’a yalvarır: “Allah’ım eğer buradan sağ salim kurtulursam, senin dinine hizmet edeceğim”. Bir müddet sonra arkadan gelen güçlü dalga genci kıyıya elleri ile bırakır. Bu genç daha 70’li yıllarda bütün dünyada 30 milyondan fazla albüm satan ve şöhretinin zirvesinde olan müzisyen Cat Stevens’dan başkası değildir.
Asıl adı Stephen Demetre Georgiou olan ve Rum bir baba ile İsveçli bir anneden 1948 yılında dünyaya gelen Cat Stevens Katolik bir çevrede yetişir. 8 yaşında iken anne ve babası ayrılır. 16 yaşında okulu bırakır. Sanat okuluna gitmeye karar verse de oraya da devam etmez. İlk albümünü 1966’da çıkardığında (Matthew and Son) ise henüz 19 yaşındadır. 60’lı yıllarda istediği başarıyı yakalayamasa da 1970 ile 75 arasında artık zirveyi ve şöhreti elinde tutan bir pop starıdır. “Foregner”, “Tea For The Tillerman”, “Teaser And The Firecat” adlı plakları ününü bütün dünyaya yayar. Tabi bu şöhretli ve yaldızlı hayatın bir bedeli vardı ve Cat artık uyuşturucu dâhil her türlü zararlı alışkanlığı kullanır hale dönüş(türül)müştü. Bu hızlı sürecin ilk yılında verem oldu. Birçok söyleşisinde de belirttiği gibi bütün bu albenisi bol hayat içerisinde yine de ruhunun derinliklerini tatmin edecek bir duyguyu yakalayamamıştı.
Malibu’daki boğulma tehlikesinden sonra dünya dinlerini araştırmaya başlar ve önce Doğu dinlerine merak salar. Kardeşi David 1977 yılında dinlere olan ilgisini bildiği için Kudüs’ten aldığı Kur’anı-ı Kerim’in İngilizce mealini hediye eder O’na. Cat Stevens çok etkilenir Kur’an’dan. Bir söyleşisinde Can Dündar’a şöyle diyor hatta : “Kur’an sanki doğrudan bana konuşuyormuş gibiydi. Sanki bedenimden, ruhumdan, düşüncelerimden haberdardı. Adeta durumumu biliyordu. Korkularımın, endişelerimin farkındaydı” (Milliyet. Popüler Kültür eki. 16.01.2004). Yine aynı söyleşinin devamında Hz. Yusuf ile ilgili bölümü okurken ağladığını ve ismini buradan aldığını da belirtiyor. 1977 yılının Ocak ayında Londra’da Regents Parktaki merkez camiine giderek Müslüman olur. Oradaki görevlilerden İslam’ın ana ilkelerini ve ibadet şeklini öğrenir.
Artık çalkantılı bir çocukluk, yanılsamalı bir gençlik ve şöhretten sonra yeryüzünde, kalbi için aradığı sükûneti bulmuştur. Bu süreç içerisinde müzikten tamamen kopmaz. İslam’ın müziğe bakışını araştırır. Kıstasın sözlerde saklı olduğunu, sözlerde insanları tasvip edilmeyen bir hayata çağırıp çağırmadığına bakıldığını görür. Ancak bütün bunların ötesinde dünyada artık müziğin, dev bir endüstriye dönüştüğü, popüler kültürün ve batı’nın ürettiği değerlerin taşeronu haline geldiği, ibadeti engelleyen bir ticari mekanizma şeklinde ortaya çıktığı kararına vararak bir müddet sonra bütünüyle müzik ile ilişkisini keser ve Müslüman olduğunu kamuoyuna açıklar. Hayranları şok olur. Çünkü O, Amerikalı müzik yazarı Ann Powers’ın dediği gibi “..hippi kılığında yeniden doğmuş bir Orta Çağ şövalyesi gibiydi” (Miliyet Sanat. 01.042001/Sayı 501) Batı müzik dünyası için. Belki müziği kadar Cat Stevens’ın bir figür olarak varoluşu bile derin anlam katmanları içeriyordu hayranları için. Çünkü popüler kültür dediğimiz şey aynı zamanda bir pazarlama mantığı üzerinden yürür ve bu mantık ürüne imajlar yükleyerek ilerler. Ortaya çıkan daha çok imajdır ve tüketiciden de bu imaj ile bağ kurması istenir. O açıdan Cat Stevens’ı Müslüman olan bir müzisyen olarak anmakla beraber, Batı’nın icat ettiği bir popüler ikonunun Batı tarafından kaybedilişi olarak da algılamak gerekli. Çünkü Batı modernleşmesi kendisi dışındaki toplumlara bu tür popüler ikonlar ile bir kültür aktarımı yapmakta. Yusuf İslam bir anlamda bu oyunu bozmuş ve içeriden bir ihtilalci olarak kalenin dibinde İslam’dan yana (ki bu İslam Batılı için kadim bir düşmandır) kendi muhalefet bayrağını açmıştır.
Yusuf İslam’ın neden müzik ile arasına derin uçurum açtığının başka sebeplerini de tartışmak gerekli. Bu sebeplerden birisi Müslüman olduğu ilk yıllarda etrafında bulunan kişi ve beslendiği kaynakların müzik hususunda olumsuz kanaat sahibi olması, ikincisi de müziğin O’na geçmiş yaşantısını çağrıştırmasıdır diye düşünüyorum. Çünkü müzik aynı zamanda Batılı bireye bir yaşama biçimi önerir. Meta ve bireyselcilik merkezli bir hayat önerisi, beraberinde buharlaşan anlam dünyası ve sonuç olarak kaybolan anlam dünyasının uyuşturucu vs. gibi alışkanlıklar ile yanılsamalı tatmini.. Müzik bütün bu bahsettiğimiz dünyanın giriş kapısı gibi adeta. Bu yüzden Yusuf İslam aslında müzik ile ilişkisini keserken, kıyafetlerini değiştirirken eski yaşantısı ile de ilişkisini kesmiş oluyordu. Müzik O’na belki kişisel cahili dönemini hatırlatan eski bir fotoğraf gibiydi. “Lady d’Arbanvilla” adlı şarkısının ülkemizde Neşe Karaböcek tarafından “Usul Usul”, sonra da Zeki Müren tarafından “Özlem Rıhtımı” adı ile okunduğu kendisine söylendiğinde “Ben o defteri kapatalı on yılı geçti. Şimdi şerrin konuşulmasının da şer olduğuna inanıyorum” (Kadın ve Aile. Mayıs 1986. Sayı 14) diyecekti bu yüzden.
Yusuf İslam yaklaşık 25 yıl sonra yeniden müziğe döndü. Ama bu sefer bizim bildiğimiz ilahileri söyleyerek. Hâlbuki biz O’ndan altyapı olarak eski çalışmaları gibi modern şeyler yapmasını bekliyorduk. Yani İslam dünyasının bildiği ilahileri yeniden okumasının açıkçası bizim için çok da anlamı yoktu. Kendi içselliği için kuşkusuz bir karşılığı vardır ama biz O’dan orijinal çalışmalar umuyorduk. Bu tür çalışmalar ortaya koyduğu yıllarda kimse albümleri üzerine bir şey söylemedi. Köklü bir dini musiki birikimimiz ve bugün bu birikimin yetkin isimleri aramızda yaşamasına rağmen Yusuf İslam’ın söylediği ilahiler üzerine hiç tartış(a)madık. Tıpkı eskiden olduğu gibi ürünü üzerine değil de daha çok imajı üzerine bir algılama geliştirdik biz de ne yazık ki. Yusuf İslam’ın bu tür çalışmaları belki Batılı dinleyici için orijinal bulunabilir ama bu topraklarda yığınla dini musiki üstadı varken Yusuf İslam’dan bütün bunları dinlemeyi sadece bir olgu olarak anlamlandırabiliriz. Oysa Yusuf İslam bütün dünyadaki İslam topraklarını yardım faaliyetleri ve konferanslar için gezerken oraların üretmiş olduğu yerel müzikleri tanıma konusunda daha duyarlı davransa ve sahip olduğu modern müzik birikimi ile bütün bunları birleştirip orijinal bir müzikal tarzın izini sürseydi sanırım hepimiz ve dünya müziği için daha kazanımlı bir süreç olurdu.
Onca kayıp yıldan sonra Yusuf İslam nihayet geçtiğimiz aylarda orkestrasını arkasına, gitarını eline alarak ve saygın bir Batılı Müslüman olarak herkesin ayakta dinlediği şarkılar söyledi. Gerçi 2000 yılında Lordlar Kamarası’na gidip gençlerin piyasa çalışmalarının dışında alternatif rock çalışmalarına ihtiyacı olduğunu ve manevi değerlere ortaklaşa sahip çıkılması gerekliliğini söylemiş ve 2003’te de Güney Amerika’da N. Mandela’nın düzenlediği bir yardım konserinde sahne almıştı ama onca yıl sonra karşımıza ilk kez müzik konusunda bu kadar istekli bir Yusuf İslam çıkıyor. Bizim kendisinden beklediğimiz buydu. Aslında biraz önce bahsettiğim kalenin içine muhalif bayrak dikme hadisesi şimdi daha şedit bir şekilde duruyor ortada. Çünkü Yusuf İslam artık bir Müslüman olarak Batı müzik sektörüne çevirdi bayrağını. Belki de sektöre taş koyacak, kafalarını karıştıracak, kafası çalışan başka müzisyenleri etkileyecek. Kendisine hem Batılıların hem de Müslümanların yüklediği imaj tasallutundan sıyrılıp bütün imajların üzerinde ilk kez kendisi olacak. Bunu önemsiyorum. Hele şimdi “Footsteps in the Light” adlı albümünde MFÖ’den Mazhar Alanson ile savaş karşıtı bir şarkıda düet yapmaları hepimiz için müthiş bir haber. 2000 yılında Almanya üzerinden İsrail’e gittiğinde İsrail ülkeye sokmamıştı. 2004 yılında da ABD’ye sokulmadı. Gerekçeleri Hamas yanlısı bir tavır sergilemesi Yusuf İslamı’ın. Oysa Yusuf İslam Batı’ya saldırabilecek gücü yeniden elde ediyor artık. O güç müziktir. Saygın bir müzisyen ve Müslüman olarak kitleleri yeniden yönlendirebilecek. ABD, ülkesine sokmadığında mutlak arkasında müzik camiasından kalabalık bir grup bulacak. Batı’nın ötekileştirdiği ve terörist olarak vitrine sunmaya çalıştığı İslam kimliği için içeriden anlamlı cevaplar üretebilecek. Buna inanıyorum.