Bu üç şehir Üstad Ali Ulvi Kurucu hocanın yaşadığı şehirler. Hocanın İstanbul’a, özellikle emekliliğinden sonra uzun ziyaretleri olduğunu da biliyoruz. Mevzu kitapta karşımıza çıkan hatıralar ise, penceresi Uhud dağına bakan bir odada, Ali Ulvi Kurucu hoca ile iki ay süren sohbetlerden hazırlanmış. Şehirler, insanlar ve şiirler etrafında halkalanmış hatıraların ilk iki cildi yayımlandı (Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, Kaynak yayınları, Şubat 2007). On dört sen süren bu çalışma henüz tamamlanmış değil. Çünkü yayına hazır üçüncü cildin yanında, dördüncü cilt de yazılmaya devam ediyor. Ali Ulvi Kurucu hoca ile sohbet eden ve hatıraları yayına hazırlayan isim ise M. Ertuğrul Düzdağ. Kitabın ikinci cildinde on dokuz madde halinde, bu hatıraların nasıl bir çalışma, emek sonucu hazırlandığını da okuyoruz.
Güzel insanlar tanımış, onlarla sohbetlerde bulunmuş bir güzel, alim, şair insan Ali Ulvi Kurucu. Yaşadığı dönem itibariyle de hatıraları, birçok konuda bilgilendiriyor bizi. Hem olaylar, hem insanlar hem de kendi hakkında.
Ali Ulvi Kurucu, şiiri çok seven ve hafızasında da çok fazla şiir muhafaza eden bir zat. Kahire’de talebe iken yaz tatilinde beş altı kilometrelik yolu yürüyerek gider ve Kahire Üniversitesi’ndeki Türkçe divanları okur.
“Mustafa Runyun, bu yüzden beni Sabri Efendi’ye şikayet etmiş:
“Efendim, dersleri ihmal ediyor. Şiirle meşgul oluyor, divanları okumaya gidiyor” demiş.
“Bir yaramazlığı filan var mı?”
“Yok efendim, estağfirullah...”
“Bırak yahu, belki o da şiir yoluyla hizmet edecektir..”
Yine şiir konuşulan bir mecliste Erbilli Esad Efendi’den bir beyit okunur.
Ne yerden kâvrân-ı gam göçer olsa, konar bende;
Belâ rahında, şimdi bir muayyen menzil oldum ben.
(Nerede bir dert, hicran, gam zuhur etse, muhakkak gelir, beni bulur. Ben elem, acı, dert yolunda adeta bir menzil, bir konak, bir kervansaray oldum. Hepsi muhakkak bana uğrarlar.)
“İbrahim Sabri Efendi’nin beğendiği bu beyit Kelâmî Dergahı şeyhi, Erbilli Esad Efendi’ye ait idi. Bunu ben, Konya’da iken, dergaha mensup dervişlerin toplantılarından biliyordum. Şiirleri yayılmadığı için, İbrahim Bey’in dediği gibi, dervişleri dışında fazla bilinmezdi.
“Efendim, bu beyit Erbilli Şeyh Esad Efendi hazretlerine aittir..”
“Ya, öyle mi? Hani şu Menemen vak’ası bahane edilerek Şehid edilen büyük, muhterem insan?”
“Evet efendim.”
“Yahu boşuna değil! Böyle yüksek bir şiiri, ancak yüksek bir zat söyler!”
Yine İbrahim Efendi, Erbilli Esad Efendi’nin şiirleri hakkında şunları söyler:
“Efendiler, farkındasınızdır. Lisanın zenginliğine bakın! Sermayesi geniş olan tüccar, büyük işler yapar. Dar olan, bir iş göremez.
Şu şiirlerdeki zenginliğe bakınız. Bir kere ilim, irfan, bilgi var. His var, heyecan var. Hisleri, heyecanları yükseltecek; kanatlandırıp arş-ı a’laya kadar yükseltecek iman var.
Zihinde, gönülde, ruhta, denizler gibi dalgalanan hislerin, düşünce ve tasavvurların, hayallerin, imkan alemine çıkıp diğer insanlara intikalini temin eden, mükemmel bir vasıta, yani fevkalade bir lisan var...
Şu kelimelere bakın. Şair en küçük bir kelime sıkıntısı çekmiyor. His ve heyecanlarını, neredeyse aynen, bize de hissettirip duyuruyor. Bizi de heyecana getiriyor. Gözlerimizi yaşartıyor... Şu güzel Türkçe’ye bakın, bir de şimdi ne hale soktuğumuza bakın. Yürekler acısı!