Benim midem o kadar geniş değil! Yemekte temiz kaşık isteyip de bulaşık insanlarla sırıta kırıta yemek yenmesini benim içim kaldırmıyor. Bak bu delikanlı, elin kızını ayartır getirir, yemek ısmarlar. Başka bir gün kendi kız kardeşini bir delikanlı ile görse kızcağızın kemiklerini kırar. Başkasının kızına kanca atıp sıra kendi bacısına geldi mi melek gibi namuslu dursun ister. Hangi talanda görülmüş böyle yağma!!
İki sevgili birlikte lüks bir restorana giderler. Delikanlı yakışıklı mı yakışıklı… Boyu-posu yerinde ama sanki birazcık safçadır. Kız derseniz ay parçası, dünyalar güzeli. Gözleri koyu yeşil, kumral saçları yarı belinde dalga dalga… Saçlarından kinâye olarak isterseniz kızın ismine Deniz diyelim, delikanlının adı da Yunus olsun…
Ismarlayacağı yemeğin bedelini ödeyebilmek için bizim Yunus belki bir haftadır para biriktirmektedir. Belki de bazı arkadaşlarından borç almak zorunda kalmıştır. Giydiği takım elbise arkadaşına ait, ayağında da kardeşinin yeni ayakkabıları emanettir zaten.
Heyecanla kendileri için ayrılan masaya doğru geçerler. Kız masaya otururken delikanlı yardımcı olmayı unutmaz. Bu tüyoyu en yakın arkadaşından almıştır zira…
Deniz manzaralı bir restoranın Deniz’e nazır bir masasında güzel bir akşam yemeği faslıdır başlar. Romantik bir şarkının nağmeleri gönüllerini kıpır kıpır edivermez mi bir de; Yunus hemen bir atlayış yapar:
- Ne hoş bir müzik değil mi? Benim en çok sevdiğim şarkılardan biridir bu.
Denizin yüzünde muzip bir tebessüm belirir, sonra da şuh bir kahkaha atıverir. Yunus şaşırır, neden güldüğünü sorar:
- Kusura bakma ama bu şarkının sözlerini bildiğinden emin misin? İstersen birlikte dinleyelim. Hatta o kadar seviyorsan bizim şarkımız olsun!
Yunus biraz kızarsa da teklif hoşuna gider ve dinlemeye başlarlar “şarkıları”nı: “Aşka gönül vermem, aşka inanmam.” demeye başlamaz mı sanatçı? Yunus şarkının her bir cümlesiyle renkten renge girer:
Nasıl olsa sonu gelmeyecek mi
Her güzel şey gibi bitmeyecek mi
Bırakıp da beni gitmeyecek mi
Unut sevme beni, bu aşkın sonu
Ne yazık ki hicrân göz yaşı dolu
Delikanlı devirdiği çamı nasıl ikame edeceğini düşünürken imdadına garson yetişir. Siparişlerini verirler fakat garsonun tavırlarını biraz ukalâca bulur Yunus. Birazdan servis için aynı eleman tekrar gelir, ama garsonun davranışları iyiden iyiye sinirine dokunur. Deniz Hanımın önüne servis açılır. Sıra Yunus’a gelince bir rezalettir yaşanır. Önüne konulan kaşık-çatala bakan delikanlı gözlerine inanamaz ve sorar:
- Bu da ne böyle!?
- Kaşık, çatal ve bıçak…
- İyi ki söyledin valla! Gözün görmüyor herhalde, baksana şu kaşık çatalın hâline!
- Ne var ki bunlar da!? Kullanılmış bir kaşık, kullanılmış bir çatal ve de kullanılmış bir bıçak. Ama beyefendi sizi temin ederim bunları sadece bir kişi kullandı. Şimdi şuradan kalkan müşterinin masasından getirdim.
Garsonun pişkinliğine bakıp kendisinin şu anda mutlaka bir kamera şakasına konu edildiğini düşünür. Çünkü burası … Lokantasıdır. Böyle bir yerde müşterinin önüne, bulaşık bir çatal-kaşık koyup “Abi valla az kullanıldı.” diyemeyeceklerine göre, bu olsa olsa bir şakadır. Garsonun kendisiyle ciddi ciddi kafa bulduğunu anlayınca Yunus küplere biner. Fakat sevdiği kızın yanında da bir tatsızlık çıksın istemez, garsonu biraz ileride kuytu bir köşeye çeker:
- Kardeşim sen manyak mısın? Müşterinin önüne böyle çatal-kaşık konur mu?
- Ne o abi! Tiksindin mi yoksa?
- Ya aslanım sen benimle kafa mı buluyon? Kim yemek yer bu kaşık-çatalla?
- Sen yersin abi! Masada senin karşında oturan kızla senden önce burada tam onbir kişi yemek yedi biliyor musun? Yemekten sonra o arkadaşlarla bir de halı saha maçı yaparsınız artık. Valla önüne koyduğum çatal-kaşık o kızdan daha temizdir ya, artık yer misin yemez misin iş senin iştahına kalmış abim benim! Deniz dediğin Haliç olmuş haberin yok…
Bizim Yunus kaptanın takası ala-bola oluverir. Bu Deniz’de çok su yutacağa benzer anlaşılan. Bozulan muhakemesi ve titreyen sesiyle garsona itiraz etmeye çalışır:
- Kız ile kaşık hiç aynı şey midir? Mukayese ettiğin şeye bak abi Allah aşkına yaa!
- Tabii ki bir değildir abicim. Bak bu kaşık kaç kişinin elinden geçti bilen yok. Ama her yıkamada tertemiz olur. Kaşık milletinin namusu yoktur, bekâreti yoktur. Kız milletiyle kıyaslanır mı hiç? Vallahi sen de bir âlemsin abicim yani!
Garsonla yeni flörtünün fiskosundan pirelenen Deniz de o sırada yakın mesafede dinlemeye geçmiştir. Nâmus ve bekâret sözlerini duyunca kendisinden bahsedildiğini anlar. Bir fırtınadır kopar Deniz’de… Bir kase mercimek çorbasını garsonun başından aşağı deviriverir kız. Araya giren lokantanın şefi ve sahibi, tsunamiye dönen rezaleti en asgari ziyan ile geçiştirmeye çalışırlarsa da nafile. Çünkü bütün müşteriler homurdanmaya başlamıştır. Bir tek Yunus’un sesi-soluğu çıkmaz, zira o çoktan karaya vurmuştur. Lokanta sahibi Şahin Bey garsonu haşlamak üzere mutfağa alır:
- Ya ne yaptın sen kardeşim yaa!! Bak üstün-başın ne oldu?
- Aman abi, namusumuza leke sürülmesin de kirlenen elbisemiz olsun. Çamaşır makinesi hakkından gelir bu lekenin.
- Ulan, köftehorun ettiği lafa bak! El âlemin kızından oğlundan sana ne be yaw!
- Öyle deme abi! Aşktı, meşkti, flörttü, yazık oluyor memleketin evlâdına-kızına!
- Alan memnun, veren memnun, derdini çekmek sana mı kaldı koçum?
- Bana kaldı abi. Benim midem o kadar geniş değil! Yemekte temiz kaşık isteyip de bulaşık insanlarla sırıta kırıta yemek yenmesini benim içim kaldırmıyor. Bak bu delikanlı, elin kızını ayartır getirir, yemek ısmarlar. Başka bir gün kendi kız kardeşini bir delikanlı ile görse kızcağızın kemiklerini kırar. Başkasının kızına kanca atıp sıra kendi bacısına geldi mi melek gibi namuslu dursun ister. Hangi talanda görülmüş böyle yağma!!
- Kız bir erkekle yemek yese ahlâksız mı olur kardeşim?
- O bir kerenin devamı umûmiyetle gelir abi. Ne kızlar var bir görsen. Ronaldinho mübarek, yirmi tane delikanlıyı çalıma dizip ters köşeye yatırıyor. Tabi delikanlılar da onlardan aşağı kalmıyorlar. Sonra ne oluyor?
- Nereden bilelim Efendim. Anlatsanız da bir öğrensek sonra ne olduğunu…
- Kimsenin kimseye itimadı kalmıyor abi. Erkek koleksiyonu yapan kız: “Evlenecek nâmuslu erkek var mı ki?” diyor. Erkekler de, “Biz onu bilemeyiz ama şimdiye kadar nâmuslu bir kızla müşerref olamadık.” diyorlar. Halbuki kızlar erkekleri, erkekler de kızları kirlettiğini bilmiyor. Sonra da dönüp kendi flörtlerinin eserinden tiksiniyorlar. Biz evlilik diye bir şeye inanmıyoruz, evlilik aşkı öldürür furyası alıp gidiyor başını…
- Flört edecekleri ne mâlum? Belki niyetleri ciddidir, evlenip yuva kuracaklar belki?
- Hafazanallah! Şahin Abi ağzını hayra aç, o dediğin daha kötü ya!
- Haydaaa! Yemeğe çıksalar kabahat, nikah masasına otursalar daha büyük kabahat mi oluyor? Peki zât-ı âlilerinizi memnun edebilmek için çocukların ne yapmalarını irade buyururdunuz.
- Akıllarını azıcık başlarına alsınlar kâfi. Bak abi eskilerden biri demiş ki: “İster kadın olsun, ister kitap; cildine bakıp aldanmamalı. Münderecâtına (fihristine) bakmalı.”
- Bak iyi dedin. Eskide kaldı aslanım onlar.
- Tamam abi ben de yenilerden misal vereyim. Sormuşlar Temel’e: Karın güzel mi olsun, yoksa aptal mı? Aptal olsun daa! demiş. Amma yaptın sen de uşağum, neden güzel olsun istemiysun? demişler, bizimki: Ula uşağum güzelluk geçicidur! demiş. Abi çocuğun karşısındaki kız aptal bile değil. Güzellik desen iğreti… O makyajı senin kayınvalideye yapalım, valla hacı anne bu kızdan daha bir alımlı olur!
- Höst dedik höööst. Benim kaynanayı ne diye karıştırıyorsun işe. Bak Recai kardeş benden sana son ihtar! Bundan sonra böyle huzursuzluklar istemiyorum ona göre!
- İşyerinizde istediğiniz huzuru, bütün aile yuvaları için istiyorum ben Şahin Abi! Bak kurulan aileler Veli Göçer’in evleri gibi çatır çatır göçüyor. Müteahhitlik yapar, malzemeden çalarsan suç… Ama televizyon programı yapar, bir gram haysiyet, iffet, şeref bırakmadığın insanları çiftleştirirsen bunun adı program olur. Bu memlekette malzemeden çalıp tapusuz ruhsatsız aileler kuruyorlar, sen tutmuş restoranında huzur istiyorsun abi…
- Yeter kardeşim yeter!! Kabahat bende zaten! Tutar üniversite mezunu garson çalıştırırsan böyle olur. Kardeşim bak, canın memleketi kurtarmak istiyorsa, tamam kurtar. Ama burada garsonluk yapma! Yok burada garsonluk yapacaksan eğer, o zaman işine bak!
Recai tam cevap verecekti ki mutfağa gelen Lokanta Şefi ürkek bakışlarla patronu süzerek, bir iki öksürükle lafın arasına girer:
- Efendim kusura bakmayın, özür diliyorum. Kızınız bir erkek arkadaşıyla birlikte yemeğe gelmiş, şey yani… Hani belki bilmek istersiniz falan diye düşündüm.
Acı bir gülümseme Recai’nin çorbalı yüzünü yalayıp geçerken, Şahin Bey dişlerinin arasından bir küfür savurup mutfaktan hışımla çıkar ve soluğu kızının masasında alır.
…………………………..
Meselenin üstesinden gelmek pek de o kadar zor olmamıştı. Gerçi kızı biraz şirretlik etse de, erkek arkadaşını bir iki garsonla def eden patron, iki tokat attığı kızını da lokantanın şefi ile birlikte eve postalamıştı. Meselenin büyük kısmı da akşam evde hallolacaktı zaten.
Sinirden uyuşmuş vücûdunu odasındaki koltuğa bıraktığında, başının zonkladığını hissediyordu Şahin Bey. Yanından ayrılmamış olan Recai’den hemen bir bardak su getirmesini istedi.
Garsonun odadan çıkıp geri dönmesi pek uzun sürmedi. Masanın çekmecesinden bir ağrı kesici çıkartan Şahin Bey, odaya giren Recaiyi mânâsız bakışlarla bir müddet süzdü. Elindeki hapı ağzına atıp tepsideki bardağa hiç dikkat etmeden suyu dudaklarına götürdü. İlk yudum suyla yüzü buruşunca irkildi birden, bakışlarını bir bardağa bir de Recai’ye dikip:
- Oğlum bu ne?
- Hemen su istediniz ya efendim! Masalardan birinde bu bardak duruyordu. Bir müşteri ayran içmiş bununla. Ama içindeki su vallahi temiz abi. Haaa… Siz illâki temiz bardak isterim derseniz, ziyanı yok, bardağı iki çalkalarım tertemiz olur. Ama insan evlâdı dediğin kirlendi mi iki tokatla temizlenmez, bunu bilmiş ol Şahin Abi!