
Amerika’da yaşayan İran asıllı Müslüman ilim adamı Seyyid Hüseyin Nasr bir röportajında Amerika’da yetişen Müslüman ilim adamlarından bahsederken bu yeni nesil alimlerin İslam dünyasına ilk kez dışarıdan özgün bir katkı sağlamaları ile önem kazandıklarını belirtmişti. Bu yeni nesil alimlerden sayılabilecek bir isim olan Dr. Muqtedar Khan geçenlerde yazdığı bir yazı ile Nasr’ın görüşüne benzer bir görüşü, bunun neden böyle olduğuna dair tartışılabilecek bir izahla yeniden gündeme taşıdı.
Khan’ın görüşüne geçmeden önce kendisinden biraz bahsedelim. Aslen Hindistanlı olan Khan 1992’den beri ABD’de yaşıyor. İslam siyasi düşüncesi ve siyaset felsefesi üzerine Georgetown Üniversitesi’nde doktora yapmış. Delaware Üniversitesi’nde siyaset bilim ve uluslararası ilişkiler bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Aynı zamanda önemli bir düşünce kuruluşu olan Brookings Enstitüsü’nde de danışman olarak görev yapıyor. Hem Amerikan devleti, hem de yayın organları nezdinde görüşlerine başvurulabilecek saygın ve makul bir isim olarak tanınıyor. Müslümanlar nezdinde ise sivri dilli olarak nitelendirilebilecek bir profile sahip olduğu söylenebilir; seveni de çok nefret edeni de… Kendi çizgisi içerisinde tutarlı bir duruş sahibi olmaya çalıştığı açık; çünkü Amerikan Senatosu’nda ABD’nin dış politikası üzerine yaptığı sert değerlendirmeler yeri geldiğinde doğruları söyleyebilecek bir cesarete sahip olduğunu gösteriyor. Sözün kısası Muqtedar Khan birilerinin sesi olmayacak kadar hür düşünceli bir akademisyen gibi duruyor.
Khan, görüşlerini dillendirdiği “America`nın Hediyesi: İslami Düşüncede Yeni Bir Gelenek” başlıklı yazısında bütün günahlarına rağmen ABD’nin İslam düşüncesinin yeniden açığa çıkmasına hizmet ettiğini öne sürüyor. ABD’nin Seyyid Hüseyin Nasr, Fazlurrahman, Ismail Faruki gibi ilim adamlarının ya da Hamza Yusuf gibi dini kanaat önderlerinin yetişmesine vesile olacak bir zemin hazırladığını dile getiren Khan’a göre bu anlamda ABD’nin katkısı paha biçilemez seviyede. Şu sözler neden böyle düşündüğünü temellendiren kendi “başarı hikayesi”nden:
“Hindistan’dan geldiğim 1992’den bu yana ABD’de yaşıyorum. Amerika gelişmekte olan bir ülkeden gelen genç bir adamı aldı ve sekiz senelik eğitimden sonra ABD Senatosu’nda dış ilişkiler konusunda görüş bildiren, Bill Clinton’la yüz yüze, Putin’le mektupla tartışan, Prens Charles’a danışmanlık yapan, Sadık el-Mehdi (Sudanlı siyasi lider) ile uzun tartışmalara giren, Suudi Arabistan Kralı ve Katar Emiri ile el sıkışan ve Benazir Butto ile akşam yemeği yiyen bir Müslüman ilim adamına dönüştürdü. Bu öğleden sonra, Mısır Baş Müftüsü ile İngiltere’nin güneyinde bir kalede öğle yemeği yedim. Fakir bir doktora öğrencisi iken de, şimdi aktif bir akademisyen olarak da hayalini kurduğum bir hayatı yaşadım ve yaşıyorum.”
Muqtedar Khan yazının devamında ABD’de gerek fikirlerini yayma ve gerekse ibadetlerini yapma konusunda nasıl bir özgürlük ortamı olduğunu anlatıyor. Gerçek mutluluğun, bilginin baskı olmaksızın ifade edilebilmesi ve serbestçe yayılması olduğunun ve bunun tam da ABD’de sahip olunan şey olduğunun altını çizerek…
Şimdi benim bu arkadaşın söylediklerinden nasıl bir sonuç çıkaracağımı merak eden okur! Evvela böyle bir merakı beslemek ve buraya kadar sabredebilmek noktasındaki ilgin için seni tebrik ediyorum. Güneşin battığı yerdeki bir Müslüman ilim adamının malum kalıplar ve klişeler dışına çıkarak söyledikleri seni ilgilendiriyorsa bunu önemsemek lazım. Sen “Tehlikenin farkında olduğunu” bu şekilde ispat etmiş oldun, bu bir. Tehlikenin Atlantik’in öte yakasından kaynaklandığını tahmin ettiğini de ben ummak istiyorum, bu iki. İki şartı sağlamış bir okurun üçüncü şartı da sağlayabileceği zannı ile şimdi sıkı durmanı tavsiye ederim: Tehlikenin olduğu yerde fırsat da vardır; hatta kurtuluş tehlikenin en çok bulunduğu yerdedir. Ne demek istedim? Sen bul! Ben sözümü söyledim. Hatta bunu zannın çoğundan sakınmak ilkesini bir an için göz ardı etme pahasına yaptım. Başka ne pahalar sarf ettiğimi ilerleyen günler gösterecek. O zaman geldiğinde söylenecek sözüm yok değil; şu an azığında hazır bekliyor; merak etme! Yazının burasına kadar gelememişlere ne mi diyelim? Söyleyecek bir şey yok maalesef. Sadece şu: Onların zaten Khan’ın söylediklerine peşinen karşı çıkabileceklerini tahmin edebilirsin.