Merhaba arkadaşlar!
Nisan ayındayız. Üniversitelerimizde yeni bir döneme girildi; `Bahar Dönemi` diyoruz buna!
Güz Dönemi, artık dersleri dertleri stresleri heyecanları sınavları sınav sonuçlarıyla... bitmiş durumda. Bahar dönemi başladı ve hızla ilerliyor zaman. Hatta vize sınavlarına doğru yaklaşıyoruz yavaş yavaş. Zaman çok hızlı geçiyor hayatta, özellikle üniversitedeyken, sanırım bunu özellikle 3., 4. sınıftaki arkadaşlar daha yoğun olarak hissediyordur. ÖSS sonuçları, kazanılan üniversite, kayıt günleri, ilk günler, ilk sınavlar, ilk finaller, sonra ikinci yıl...
Hızla geçen zamanı değerlendirmek konusunda da bizim hızlı olmamız gerekiyor! Yeni bir dönem de, bahar dönemi de, yeni bir canlılık, hız, hareket, uğraşlar demek öğrenciler için. Biz de bu yeni canlılıktan bahar canlılığından bahar heyecanından doğan ve herkese ulaşmasını istediğimiz haberleri vermeye devam edeceğiz.
Bu sayımız için gelen haberler genellikle öğrencilerin muhalif yanlarının ağır bastığı haberler oldu. Olsun; üniversiteli dediğimiz, heyecanlı kişi dediğimiz, genç dediğimiz zaten öyle tek boyutlu bir insan tipi değil. Beğenen, eğlenen, sevinen yanlarımız olduğu gibi; beğenmeyen, hüzünlenen, sinirlenen, muhalif olan yanlarımız da var. İnsanın yapısına her ikisi de konulmuş çünkü.
Bu haberlerimizi okuyalım şimdi.
İlk haberimiz İzmir`den. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi`nden Fatih Okumuş arkadaşımız şöyle yazmış:
“Çocukken genç denince akılıma nedense hep cennet mekân Sultan Mehmet(II) Han gelirdi... Şimdi de (genç olunca!) genç denince aklıma; kavgacı, gürültücü, kültürünü unutmuş (düşük belliler, küpeliler...), tarihine küfreden, dini hafife alan tiplemeler geliyor. Çok isterdim sizlere ilahiyattan şöyle içinizi açacak, sizleri ümitlendirecek haberler yazmak (inşallah ileride yazarım). Heyhat! Bir kantinimiz var (kimileri lokal de diyor), içeri giriyorsun sanki tandır yanıyor. Yoğun bir duman. Ve dumanlar arasında Osmanlı Devleti`ni konuşuyorlar: Osmanlı; yasakçı, dediğim dedik, despot.. ne yani padişahlık İslâmda var mı?.. Osmanlı padişahları masaya yumruğu indiriyordu; din budur diyordu.. ne işimiz vardı taa Viyana`da vesaire vesaire. Anladığınız gibi veryansın ediyorlar ecdadı. (Çoğunlukta değil; fakat ilahiyat olduğu için yazıyorum.) İşte şimdi sıkı durun!!!
Alemlere rahmet olarak gönderilen İki Cihan Güneşi Hz Peygamber Efendimizin sünnetlerine inanmayan (Buhari dahil), Kur`an bana yeter diyen, peygamberin hiçbir mucizesi yoktur diyen... Hatta sünnetle dalga geçen arkadaşlarımız da malesef var...
Allah`a emanet olunuz.”
Evet, Fatih arkadaşımızın yaşadığı durum çok üzücü gerçekten. Daha tarihini bilmeden, tarihini tanımadan, tarihini eleştirmeye kalkan bir genç olmak! Ne kötü. Ve kimi aşırı eğilimlere sahip incitici fikirler sahibi olmak, ne yapalım üzücü ama gerçek, bu bahsettiğimiz şeyler...
İkinci haberimiz ise Bursa`dan. Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi`nden Murat Yıldız arkadaşımız yazmış bize. Murat Yıldız`ın bahsettiği sorun; okulda mescit ve ezan sorunu, pek çok üniversitede yaşanıyor aslında. Bazı üniversitelerin hiç mescidi olmadığı gibi, var olan mescitler de genellikle küçük oluyor ve temizliğiyle, bakımıyla yeteri kadar ilgilenilmiyor. Bu sorundan muzdarip Murat arkadaşımız, yaşadığı bir olayı aktarmış:
“Sizlere geçen yıl yaşadığımız ve üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir hadiseden
(Vatandaşlık haklarımızdan olan dilekçe hakkıyla ilgili bir hadiseden) bahsetmek isterim. Biz Uludağ Üniversitesi öğrencileri, anayasal hakkımıza binaen Merkez Görükle kampüsü içindeki camimizde ezan okunması dileğimizi belirtmek için ezan konusunda rektörlüğümüze dilekçe kampanyası başlattık. Kampanya herkese duyurulmaya çalışıldı. Lakin koskoca üniversitede ancak 150 civarı dilekçenin rektörlüğe ulaştırılabilmesi sağlandı. Rektörlük ne mi yaptı? Dilekçe veren öğrenciler gruplar hâlinde sorguya alındı ve “Hangi örgüttensiniz?”, “Hangi amaçla yapıyorsunuz bunu?”, “Laik düzene karşı mısınız?” gibi sorular muhatap oldu.
Ve elbette ki ezan okunması isteğimiz de acı bir hatıra olarak neticesiz kaldı. Peki şimdi soruyorum sizlere: Verilen dilekçe sayısı 150 değil de 1500 olsaydı durum ne olurdu? Belki netice değişmezdi ama bizlerde bu şekilde bir muamele görmezdik. Yorum sizin...
Benim bu olayda asıl düşündüğüm ve düşünülmesini istediğim şey kampanyayı başlattığımızda camiye namaz kılmaya gelen arkadaşlarımızdan aldığımız cevaplardı:
-Boş verin bunları rektörlükle oyun oynanmaz!
-Kardeş sen namaz vakitlerini bilmiyor musun?Eğer unutuyorsan sana bir tavsiye; her gün yanına o günün takvim yaprağını al!”
Başka bir haberimize geçelim. İstanbul`dayız bu sefer. Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi`nden Hasan Umut bir haber yazmış. Kulüplerinin hazırladığı bir etkinliği paylaşmış bizimle:
"Ebru sanatına ilginiz var mı?
Derin manaları içinde barındıran bu sanatı, Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü üniversitemize taşıdı. Güzel Sanatlar Kulübü, faaliyeti Ebru Haftası başlığı ile duyurdu ve faaliyetler 13-16 Mart günlerindeki Hatip Ebru sergisi ile başladı. Program çerçevesinde iki Ebru ustası da öğrencilerle buluştu. İlk olarak Yılmaz Eneş` in söyleşisi ve atölye çalışması 14 Mart günü gerçekleşti. Bir diğer usta Sadreddin Özçimi ise 15 Mart günü öğrencilerle beraber idi.
Bu tarz faaliyetlerin üniversitelerde daha da artması kültürümüzü yakından tanımamıza vesile olacaktır."
Maalesef, Türkiye genelinde, üniversitelerde yeteri kadar sanatsal faaliyetler düzenlenmiyor. Üniversite öğrencilerin bu tarz sergi ve atölye çalışmalarına ilgisinin hem programcı hem de katılımcı olarak artması gerek!
Diğer bir haberimize geçelim şimdi. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi`ne. Mühendislik Mimarlık Fakültesi`nden Abdurrahman Çetinkaya arkadaşımız, dergimizle ilgili fikirlerini belirttikten sonra şöyle bir espri-haber yazmış bize:
“Ve bizden de ilginç bir o kadar da mizah eseri olan bir hadiseyi sizlere sunalım. Zaman Büt(Bütünleme) zamanı. Üniversitemiz Ziraat Fakültesi lisans derslerinden birinde bir bütünleme sınavı yapılmakta. Hoca gayet iyi niyetli bir hocamız... Öğrenciler sınav sorularını görünce biraz afallamış durumda. Tedirgin olan bakışlar ve derin düşünceler seziliyor sınıfta.. ve hoca, merhametinden herhalde kimseyi bu dersten bırakmak istemiyor ve sınıfa diyor ki:
-Arkadaşlar! Herkes kağıdına ne biliyorsa yazsın ve sınav sonunda kağıdınızın üst kısmına sınavı (60 ile) geçmek için ihtiyacınız olan notu yazın, diyor... Ve herkeste bir heyecan, herkes bir mutlu bir sevinçli yani bir görseniz, neyse sınav bitiyoor. Sonuçlar açıklandığında sadece bir kişinin kaldığı diğer herkesin geçtiği anlaşılıyor... Kalan arkadaşımızın kalma sebebi ortaya çıkınca hocaya hak veriyoruz yani!.. Arkadaşımız hocanın sınavda söylediğini yanlış anlıyor ve geçmesi için gereken notu değil de vizeden aldığı notu yazıyor kağıdına. O da "50"ymiş! Ee ne yapalım hoca bu sefer haklı.:)
Ayrıca üniversitemizde arkadaşlar arasında bütünleme sınavlarına üstü kapalı bir izah getirdik, artık bütlere "üç harfliler" diyoruz. Biraz ilginç bir tabir oldu ama, sevmeyince övülmüyor..:)”
Aslında bütler güzel bir şeydir -özellikle yaşayan bilir bunu, net olarak bilir yani:)-, fakat gelgelelim üç harflilerden ise ürkeriz. Espriyi pek anlayamadım yani, ama yolumuza devam edelim biz. Paradoksal espri diyelim buna da. :)
Sıradaki ve son haberimiz ise, İstanbul Marmara Üniversitesi`nden. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi`nden Gökhan Umut yazmış bize. Gökhan arkadaşımızın değindiği konu da çokça yaşanan ve gerçekten öğrencileri bunaltan bir konu. Bürokrasinin yavaşlığından şikayet edilir ya hep, üniversite bürokrasisi de bu yavaşlıktan beri değil aslında. Haberimiz şöyle:
“Selamlar,
Ben Gökhan Umut. Arkadaşların dergimize yaptıkları üniversite tanıtımlarını görünce, benim de bu kervana katılmam gerektiğini hissettim.:) Ama ben burada fakültemle alakalı bir sorunu dile getirmek istiyorum.
Bir çok konuda öğrencilerine yardımcı olmaya çalışan İİBF öğrenci işlerinin, ne yazık ki öğrenci belgesi veya onay gereken herhangi bir belge verme hususunda pek yardımı dokunamıyor. Biz İngilizce bölüm okuyan İİBF öğrencileri, onay gereken herhangi bir belge almak için Göztepe`de bulunan öğrenci işlerinden belgeyi alıp, taa Bahçelievler kampüsümüzdeki öğrenci işlerine imzalatmaya gitmemiz gerekiyor. Bu da bizler için bir çok açıdan külfet anlamına geliyor. (Maddi açıdan, bedensel yorgunluk, zaman kaybı...) İşin garibi bu uygulama yıllardır devam ediyor. Biz, öğrencileri üzen şey ise bu konuda kolaylaştırma adına herhangi bir çabanın gösterilmemesi.
Artık birilerinin bu sesi duymasını ve konuya bir çözüm getirmesini istiyoruz. Herkese kolay gelsin...” (Editörün Notu: Gökhan kardeş bizim gibi genç dinozorlar da (95 mezunuyum) aynı dertten muzdariptik; sizin gibi bir belge için taa Bahçelievler`e giderdik. Değişen bir şey olmamış. İstikrar, sen ne güzel şeysin! MLA)
Evet bu haberle köşemizin sonuna doğru geldik arkadaşlar...
Sözü bitirmeden eklemek istediğim bir-iki şey var. Genç Dergisi okurları ve kampüs muhabirleri bazı arkadaşlarla internette bir e-posta grubu kurduk. `Kampüsten Haberler`le ilgili olan ve grubumuza katılmak isteyen arkadaşların, genchaber@googlegroups.com adresine bir istek e-postası göndermesini istiyoruz.
Ve ayrıca köşemiz için yoğun katkıda bulunan, bizleri arayıp soran, ve yazdıkları haberleri sayfamıza alamasak da heyecanla okuduğumuz bazı arkadaşlara da bizzat teşekkür etmek istiyorum! Meselâ Abdullah Emre Çetiner`e, Nevzat Yıldırım`a, Ayşe Aydoğdu`ya...
Mayıs sayımızda buluşalım arkadaşlar. Kendinize iyi bakın! Bir ay boyunca herkese iyi dersler iyi çalışmalar diliyorum!