Dul bir kadın, arefe günü bir hacı efendinin dükkânına gider. Yanında bulunan masumu gösterip:
- Efendi hazretleri, ben fakir bir kimsenin hanımı idim. Ecel geldi efendimi aldı, bu yavrumla kimsesiz kaldık. Ne üstümüzde elbise, ne ayağımızda ayakkabı, ne de karnımızda bir lokma var. Bizlere merhamet elinizi uzatın ve böylece Allah’ın rızasını kazanın. Allah sizin ailenizi ve çocuklarınızı bizim gibi yapmasın, der. Hacı efendi ise avazı çıktığı kadar bağırarak:
- Bıktım sizlerden, sabahtan beri kaçıncı oldu, deyip bu iki garibi kapısından kovar. Bu bedbaht ana ve yetim yavrusu gözyaşlarını tutamayıp oradan mahzun bir vaziyette dönerken, hacının komşusu olan bir yahudi, kadını yanına çağırıp hacıdan ne istediklerini ve neden kovulduklarını sorar. Kadın yahudiye cevaben:
- O benim büyüğümdür, kovar da döver de, sana ne, der. Neden soruyorsun? O müslüman ben de müslümanım. Bir müslümanın yaptığını, din düşmanım olan sana mı şikâyet edeyim? dediğinde; yahudi hiç bu sözlere aldırmaz ve:
- Anladım hacıdan yardım istedin galiba. O da vermedi değil mi? İstersen gel, ben senin ihtiyacını göreyim, der. Önce bu teklifi kabul etmeyen kadın, çok zor durumda kaldığı için yahudinin ısrarlı teklifini çaresiz kabul eder. Yahudi de kadın ve o yetimin önce karnını doyurur, sonra da her ikisini giydirip kuşatır. En nihayet:
- Hanım biz de insanız, demeği de ihmal etmez. Kadın, yahudiye hitaben:
- Allah sana iman nasib etsin, bizleri yedirip giydirdiğin gibi Allah da sana cennette köşk verip, cennet elbiseleri giydirsin, cennet nimetlerine nail eylesin, der. Küçük yetimine dönüp:
- Oğlum âmin de, diyerek küçük ve günahsız ağzı ile o yetime âmin çektirir.
O gece bu iki yetimi kovan hacı, rüyasında kıyametin koptuğunu ve kendisinin cennete vardığını görür. Cennette lisanların tarif edemiyeceği kadar güzel bir saray görürü. Sarayın kapıları som altından, merdivenleri gümüşten, yakutlarla, zümrütlerle süslüdür ve üzerinde de kendi ismi yazılıdır. Ancak içeriye girmek istediğinde melekler hacıyı içeriye sokmazlar ve derler ki:
- Düne kadar bu köşk senindi. Şimdi ise komşun Avram’ındır. Haydi çek buradan. Hacı bu rüyayı görüp uyanır.
- Eyvah! ben ne yaptım? diyerek saçını başını yolar. Hemen ertesi günü bayram olmasına bakmayıp, komşusu Avram’a koşar;
- Dünkü o kadına ve yetime verdiğin para, sarf ettiğin ne ise söyle onu sana vereyim, der. Yahudi de ona:
- Bu iş için bir altın harcadım, der. Hacı çıkarıp bir altın vermek istediğinde, Avram olmaz der. Hacı iki altın, üç, on üç, yüz altın vereyim dediyse de, Avram, olmaz hacı efendi, der. Hacı bin altın vereyim dediğinde yine olmaz, cevabını alır. Neden olmaz diyorsun İstersen on bin altın vereyim, dediğinde:
- On bin, yüz bin altın da versen, o köşkü ben sana satamam. O köşk bir milyon altın ile alınmaz. Senin gördüğün rüyayı ben de gördüm. Gördüğün köşk önce senindi, Fakat yaptığım iyiliğin gecesinde şayet müslüman olursam ahirette o köşke sahip olacağım söylendi. Ben de bu nimeti kaçırmak istemiyorum. Bu yüzden işte senin huzurunda şehadet ediyorum, diyerek kelime-i şehadet getirir. Sonra ona hitaben:
-Hacı efendi bundan böyle kapına geleni boş döndürme de kendine başka saraylar al, Allah’ın cennetinde saray bir tane değil, deyip hacının yanından ayrılır.