“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Bu hayalî bir şey...
Kimden neyi kapıyoruz? Neyi kaçırıyoruzz?.. Allah (c.c.)`dan mı? Bu ne boş bir hayal!..” (Mesnevî, 970. beyit)
Hayatı gün ve gece periyodu içinde görmek, ayrı bir ibret levhasıdır. Geceden sonra sabahın gelmesi nasıl yaratılışın bir kaidesi ve ilahî tanzim ise, ölümün koynundan bir hakîkat sabahına kalkılması da o kadar tabii görülmesi gereken gerçektir. Bu yüzden faniliğe isyan halinde yaşayarak ölümden kaçmaya çalışmak son derece anlamsız ve beyhude bir uğraştır. Zaten ne kadar ölümden kaçarsak kaçalım, onun vakti saati geldiğinde hiçbir kuvvetin buna engel olamayacağını şu menkıbe ne güzel anlatmaktadır:
Saf bir adam, bir kuşluk vakti telaşla Hazreti Süleyman`ın sarayına sığınır. Nöbetçilere, hayatî bir mes`ele için Hz. Süleyman`la görüşmesi gerektiğini söyler. Hemen huzura alınır. Hz. Süleyman, benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar:
- "Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana...
" Adam telaş içinde:
- "Bu sabah karşıma Azrail (a.s.) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen yanımdan uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı!" der. Bunun üzerine Hz. Süleyman adama:
-"Peki sen şimdi benden ne yapmamı istiyorsun?" deyince, adam yalvarmaya başlar:
- "Ey canları koruyan büyük varlık, mazlumların sığınağı! Sen Allah’ın izniyle bir çok şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emretsen de beni buradan tâ Hindistan`a iletse. O zaman Azrail (a.s.) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum."
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve "Bu adamı hemen al, Hindistan`a bırak" diye emreder. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan`nın uzak bir adasına götürür. Öğle vaktine doğru Süleyman (a.s.) dîvanı toplayarak, gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, dîvanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır.
- "Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden öyle hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun" der. Azrail (a.s.) cevap verir.
- "Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkeyle, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (c.c.) bana emretmişti ki:
- "Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan`da al". Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi " der.