Bizde yüksek eğitimin kalitesinin istenilen seviyede olmamasının görünürdeki suçlusu bellidir: YÖK. 80’li yılların şartlarının ürünü bu kurum eğitimin kalitesinden daha çok şekil şartları üzerine yoğunlaşınca hür düşüncenin kalesi olması gereken üniversiteler belli bir şablon çerçevesinde hizaya geldiler. Hizaya girince ileri çıkan olmuyormuş demek ki ne ilk 500’e girebilmiş bir üniversitemiz var, ne de bilimsel yayınlarda yüz akı olabilecek genel başarılarımız… Ama suçun tümünü YÖK’e atmamalı. Doğrusu bu kolaycılık olur. Üniversitelerin “başıboş bırakılmaması” gerektiği neredeyse tüm rejimlerin zımni bir kabulü zaten. YÖK bunun biraz abartmışsa da bizdeki kalitesizliğin tek suçlusu değil. Kaldı ki ilk 500 içerisinde 168 tane üniversitesi olan ABD (bunun 17’si ilk 20’de) bile istisna değil. Hatta ABD’nin kendine özgü denetim sisteminin üniversitelerinin en önemli ihraç malzemesi olmasının altına yatan temel sebep olduğu bile söylenebilir. (Bizimkisi ne mi? Malum, ordumuz. Tabii Soros’a göre.)
Evet, ABD’nin kendine özgü bir denetim sistemi var. Sayıları 2600’ü geçen ABD üniversiteleri birkaç senede bir mutlaka “akredite” işleminden geçmeleri gerekiyor. Akredite olmak, belli bir kalite seviyesini tutturabilmek demek. Hükümetin onayladığı özel akredite kuruluşları üniversiteleri, müfettiş gönderir gibi denetliyor ve böylece eğitim seviyesinin belli bir standardı tutturmasını garanti ediyor. Bu, üniversitenin devlet yardımı alması için gerekli olduğu kadar, öğrenci bulabilmesi açısından da şart.
Sistemin en ilgi çekici tarafı, denetim işine devletin karışmıyor oluşu. Bir nevi özelleşmiş bir yüksek eğitim denetim mekanizması bu. Başlangıçta sadece gönüllüler tarafından yürütülen bu mekanizmanın temelinde ABD’yi kuranların entelektüel düşüncenin hür olması gerektiğine dair inanışları var.
Sistemin ikinci ilginç yanı denetim işini bir değil, birden fazla kuruluşun yapıyor olması. Her kuruluş, üniversitenin farklı bir bölümünü denetliyor. Öyle ki ortalama bir üniversitenin “akredite” olması için yaklaşık 20’den fazla kuruluşun denetiminden geçmesi gerekiyor. Bu da sistemin istismar edilmesinin önüne geçiyor.
Sadece YÖK’ü yok etmekle üniversitelerimizin arzu edilen seviyelere gelebileceğini sanmak hayalcilik olur. Şurası kabul etmek gerek: Denetim şart. Önemli olan denetimin mümkün olduğu kadar –sadece “hukuki” değil- “insani” ve “meşru” olmasının da yolunu bulmak lazım. Nasıl mı? İşte elin oğlu yolunu bulmuş. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok.