
Aytuğ Işık / Genç Haber Merkezi / @aytugisik
Taksim’de bulunan Gezi Parkı’ndaki 5 ağacın yerinden sökülmesi ve parkın yerine AVM yapılacağı söylentileriyle başladı direniş.
İlk gün sabah 05.00’da polisin göstericilere müdahale etmesi sonucunda çığırından çıktı olaylar.
İstanbul’un her yerinden Taksim’e insan akını başladı. Kalabalık gittikçe arttı. Bu arada polis sert müdahalesine durmadan devam etti. Taksim meydanı göstericilere kapatılmıştı ve polis, meydanı halkından savunuyordu.
İlk gün ben de gitmeye karar verdim Taksim’e. Üsküdar’dan yola çıktım, vapur Kabataş sâhiline daha yaklaşmadan hissettik biber gazını. Kabataş daha kötüydü, turistler ve sivil halk çok fazla etkileniyordu gazdan.
Kabataş’tan Taksim’e toplu taşıma ile bütün çıkışlar kapatılmıştı. Mecburen ara sokaklardan yürümeye başladım Taksim’e doğru. Tabi biber gazı her an her yerde etkisini hissettiriyordu.
İnönü Stadı’ndan Taksim’e çıkan bir cadde var: Gümüşsuyu Caddesi. Hınca hınç insan doluydu, kalabalık her dakika artıyordu. Gümüşsuyu caddesinden Taksim meydanına çıkmadan önceki son viraj da polis barikatını kurmuştu. Kalabalığa belirli aralıklarla biber gazı ve sis bombası müdahalesinde bulunuyorlardı. Halk durmadan sloganlar atıyordu.
O kalabalıkta bazı durumları gözlemleme fırsatım oldu. Belirli soruların cevaplarını aradım. Bu insanlar burada ne yapıyorlar? Polis yukarıda ne yapıyor? Cevap basitti. Halk provokatörlerin çevreye zarar vermesine kesinlikle izin vermiyordu, durakları, reklam panolarını parçalayan insanlara halktan çok sert bir tepki vardı. Kalabalığın en önünde polisle çatışmak için geldikleri belli olan bazı insanlar devamlı polise saldırıda bulunuyorlar, polis de çok sert bir şekilde karşılığını veriyordu. Önce TOMA’lar ile insanların üzerine su sıkılıyor, sonra biber gazı bombardımanı başlıyor ve en son sis bombaları devreye giriyordu. Halk geri çekiliyor sonra tekrar sloganlarla ileri gidiyordu.
En son oradan uzaklaşmama sebep olan polisin en sert müdahalesi başladı. Önce biber gazları ve sis bombaları geldi. Polis TOMA’lar ile insanları Dolmabahçe’ye kadar tâkip etti ve helikopterler yukarıdan patlayıcı fişek attılar.
Ertesi gün Taksim meydanından polis çekildi ve olaylar birkaç saatliğine de olsa durmuştu. Aslında gerçekten direnen halk belki kazanmıştı ama siyasi rant kavgasının başlayacağı ve bu olayların bitmeyeceği tabi ki belliydi.
Aynı günün akşamı olaylar Beşiktaş’a sıçradı. Taksim’de kutlama yapan binlerce insan birden Beşiktaş’a ilerlemeye başladılar. Ben de aralarındaydım. Polisin çekilmesinden sonra Taksim’i baştan sona gezmiş kendimce bir sürü ders çıkarmıştım.
Aslında olayların içine gitmekteki amacım kimsenin şakşakçılığını yapmak değildi, ya da birilerine küfür edip polisi taşlamak değildi. Burnumun dibinde bu kadar çok olay yaşanırken oturup evimde sosyal medyadan ahkâm kesmek nedense içime sinmedi, olayların gerçekliğini öğrenmenin tek yolu oraya gidip bizzat olayların içinde yaşamaktı. Öyle de yaptım. 3 gün boyunca bütün çatışmaların içindeydim.
Beşiktaş’ta başlayan olaylar çok şiddetliydi. Polisin müdahalesi artık psikolojik sınırı çoktan aşmıştı. Tabi ki provokatörler iş başındaydı, olayın Gezi Parkı direnişinden çıktığı çok çok aşikardı ama bu şiddet sınırını çoktan aşmıştı.
Taksim’den Beşiktaş’a giderken Beşiktaş – Kabataş arasındaki sahil yolunda sıkışıp kaldım. İki tarafta da polisler vardı ve durmadan biber gazı yağıyordu. Çevreme baktım, çok kalabalıktı tabi ki ama hep aileler vardı, çocuklar, yaşlı teyzeler, genç kızlar… Herkeste bir korku başladı. İlk defa orda paniğe kapıldım, kaçacak yerimiz yoktu çünkü.
Beşiktaş – Kabataş arasındaki sahil yolunda büyük bir askeri alan var. Bilirsiniz. Askeri alanın yanındaki patikadan nasıl kaçtığımı, insanlardaki panik havasını anlatamam. Sadece Akaretlerde buldum kendimi bir anda. Bir parkta. Beşiktaş’tan Nişantaşı’na çıkan yolda. Polis bu sefer aşağıdan bastırıyordu. İnsanlar sadece slogan atmaya devam ettiler, provokatörler ise polisle çatışmaya devam etti. Polis ciddi manada şiddet uyguluyordu ama şiddet de görüyordu. Provokatörler iyi çalışıyordu yani anlayacağınız. Ama orada bekleyen halk yine çevreye zarar verilmesine kesinlikle izin vermedi, polisine taş atmaya inmedi, küfür etmedi.
Aradan birkaç saat geçtiği halde hala o caddede sıkışıp kalmıştım. Herhangi bir çıkış yoktu. Yukarıda polis, aşağıda polis… Birden çevremde bombalar patlamaya başladı. Polis yukarı kadar gelmişti. Oradan uzaklaşırken bir ara bilincimi kaybettiğimi hatırlıyorum. Sadece ara sokağa doğru koştum. Ciğerlerim yanıyor, gözlerim acıyor ve başım dönüyordu. Kendime gelmeye başladığımda Nişantaşı’na gelmiştim, oradan Mecidiyeköy’e kadar yürüdüm ve metrobüse bindim. Tabi ki başka toplu ulaşım yolu olmadığı için…
Eve gece 02.00 gibi geldiğimde tam 3.5 saat uyuyamadım. Vücudum yanıyordu, midem bulanıyordu ve nefes alamıyordum.
Ertesi gün akşama kadar devam etti bu durumum. Bu arada Beşiktaş’tan polis yine çekilmiş, olaylar son bulmuştu. En azından İstanbul için. İzmir, Ankara ve birçok yerde aynı olaylar yaşanmaya devam ediyordu.
Tabi ki bu saatten sonra park ve ağaçlarla bir alakası kalmayan olayların bitirilme gibi bir niyeti yoktu. Beşiktaş’ta olaylar yine başladı. Bu sefer Üsküdar’da ve tüm semtlerde aynı olaylar vardı. Tencere ve tavasını alan halk sokağa inmişti. Gece geç saat olmasına rağmen yer gök inliyordu kalabalığın sesinden.
3 gündür devam eden olayların hepsini yakından takip ettim.
Amacım kimseye alkış tutmak değildi, kimseye küfür etmedim, kimseye de saldırmadım. Çok doğru gözlemler yapma fırsatım oldu.
Bir yandan muhafazakar camiaların tepkisini de takip ederken diğer yandan tencere – tava çalan insanları da içlerinden takip etme fırsatım oldu. Dün gece yine Beşiktaş’a gittim. Olayları yakından takip etmek için.
Polis Barbaros Meydanı’nda yaklaşık 500 kişilik bir grupla çatışmaya devam ediyordu. Bir süre olayları izledikten sonra bir polis ekibinin yanına yaklaştım ve konuşmaya başladım:
-Sosyal Medya’dan takip ediyordum olayları. Bakmaya geldim. Ama gözüktüğü gibi değil. Burada bir savaş yok. Sadece bekliyorsunuz?
3 tane çevik kuvvet yanıma yaklaştı ve hepsi aynı anda dert yanmaya başladılar bana.
-Tam 3 gündür görevdeyiz. Burada sizinle çatışıyoruz. Ben şu gazı her attığımda benim vicdanım nasıl sızlıyor bilemezsin. 3 gündür eve gitmedik. Doğru dürüst yemek yiyemiyoruz. Ama sanki düşman mışız gibi anamıza bacımıza devamlı küfür ediyorlar. Bize canavar gözüyle bakılıyor. Bak sen geldin burada muhabbet ediyoruz. Biz aynı toprakları paylaşıyoruz, düşman mıyız?
Polisin sözleri yarım kaldı. Çünkü arkamızdaki bir grup üzerimize taş ve bira şişeleri atmaya başladılar. Bir tanesi yanıma bir başkası da sırtıma isabet etti ve parçalandı. Kendimi bir anda polis kalkanlarının arasında buldum. Polis bu saldırıya hemen sis bombalarıyla cevap verdi. Sosyal medyada Bahçeşehir Üniversitesi’ndeki vahşet görüntüleri adı altında göreceğiniz videoların aslında alt yapısı anlattığım şekildedir.
Sis bombalarını atan polisler beni aralarından hemen uzaklaştırdılar, zarar görmeyeyim diye…
Beşiktaş sahilde dolaştım biraz. Barbaros Meydanına çıkan caddenin girişini kalabalık bir çevik kuvvet ekibi ve panzerler kapatmış yukarıdaki eylemcileri izliyorlardı.
Ben de polislerin arkasından olayları izlemeye devam ettim. Biri yaklaştı yanıma. Ellerimi açmamı istedi. Sırtıma baktı. Şaşırdım. Üzerimdeki şaşkınlığı atınca konuşmaya başladım:
- Sivil polis misiniz? Sadece buradan olaylara bakıyorum.
- Yok polis değilim, ama sen hadi uza bakalım buradan.
- Hayırdır, neden?
- Uza işte, tekin değil buralar.
- Neden elime ve sırtıma bakmak istediniz? Samimi soruyorum.
Bak dedi bana ve birkaç köşeyi gösterdi.
- Oradaki insanları görüyor musun? Çocuklar var. Aileler var. Gençler var. Bunlar bugün bizi taşlayan insanlar. Sen onları evlerine gitmek için uğraşan zavallı insanlar mı zannediyorsun?
- Ellerinde taş yok gibi ama?
- Çantalarına bak bakalım. Yâ da çevrelerine.
Sinan Paşa Camii köşesini ve Barbaros Paşa`nın türbesinin bulunduğu köşeyi gösteriyordu bana. Hakikaten ilk başta şüpheli bir durum yoktu ama dikkatlice inceleyince masum olmadıklarını anlıyordu insan.
- Ben sadece olayları takip ediyorum dedim. Bir yerle bağım yok. Kimseye de alkış tutmuyorum. Merak ediyorum sadece.
- Fazla merak iyi değildir… (Gülüyor)
- Siz kimsiniz?
- X kanalın muhabiriyim ben. Burada görev yapıyorum.
- Canlı yayın yapmıyor diye en çok eleştirilen kanallardan bir tanesi.
Daha sonra sorularımı sormaya başlıyorum. Çevik kuvvetin arkasında bir yandan olayları izliyoruz, bir yandan da muhabbet ediyoruz.
- Bir yayın yasağı var mı hakikaten?
- Hayır, yok tabi ki. :)
- Neden yayın yapmıyorsunuz o zaman. İnsanlar sosyal medyada yıkıyorlar ortalığı. Ortalıkta bir sürü efsane dolaşıyor. Ben iki saattir buradayım, gözlemliyorum hiç de öyle değil.
- Yayınlasak ne olacak zannediyorsun ki? Dün medyaya yapılan saldırıyı görmedin mi? Polis araçlarına ve medya araçlarına verilen zararı? Bugün süt liman olan Beşiktaş’ta olaylar nasıl başladı zannediyorsun. Polis dünkü olaylardan sonra geri çekilmişti tekrar. Bugün gün içinde hiçbir olaya müdahale etmedi polis. Bak Taksim’i görüyorsun. Partiler savaş veriyor artık orada. Bugün 5 saat boyunca şurada Başbakanlık ofisinin önünde taşlandı, hakaret edildi, küfür edildi polise. Özellikle uğraştılar polisle. En son da bize basına saldırdılar.
Arkasına döndü, kamerasını bıraktı, çantasını ve sırtını gösterdi bana. Taş izleri vardı.
- Polis artık müdahale etmek zorunda kaldı. Olay artık birkaç ağaç mı zannediyorsun? Çoktan geçti onlar. Burada bağıran insanlar bugün bizi taşladılar. Taksimden çekilirken amirlerin hepsi özellikle emir yağdırdı. Size saldırı olacaktır, karşılık vermeyin diye. Polisin sülalesine küfür edildi, birkaç tane taş atıldı, bu adamlar robot değil ki bir noktadan sonra tekrar karşılık verdiler ister istemez.
- Evet canlı olarak takip ettim. Çekilme sırasında çok olay yaşandı.
- Duyarlı bir insanın anlaması lazım. O kadar küfüre baskıya her insan psikolojik bir tepki verir. Bunu çok iyi kullanıyorlar.
Bu arada caddenin başına destek çevik kuvvet ekibi geldi. Ellerinde beyaz tenekeler vardı. Yanımızdan geçerken sordum.
- Bunlar sosyal medyanın kimyasal silahları değil mi? Polis gülerek cevap verdi bana.
- Kimyasal mı? Üzerindeki işaretlerden mi bahsediyorsun. Biber gazı bu. Pompaları alıyoruz ve mecburen kullanıyoruz.
- Hadi ya. Şimdi kullanacak mısınız peki?
- Çok değil. Çünkü gerekli uyarıları aldık. Sadece artık şu eylemler bitsin istiyoruz. Biz de çok yıprandık günlerdir.
Muhabire döndüm tekrar:
- Abi cidden soruyorum. Canlı yayına artık gerek yok mu? Çünkü olaylar çok farklı yerlere kaydı. Halk Tv diye bir kanal devamlı polis aleyhine yayın yapıyor. Ama bakıyorum ki polis sadece bekliyor, onlar yukardan ne zaman saldırırlarsa polise o zaman karşılık veriyor. Sizin kanal neden yayın yapmıyor mesela? Polis tarafından göstersinler herkesi. Çıksın birkaç tane akıllı adam anlatsın olayların iç yüzünü? Gezi’den uzaklaştığını? Siyasi boyutunu? Başbakan söylüyor ama ona çok fazla tepki var işe yaramıyor.
- Yayınlasan işe yaramaz…
Net bir cevap vermedi bana. Bu arada polis yukarıdaki eylemcilere müdahale etmek için harekete geçti. Önden TOMA’lar yürüdü. Arkasından polis biber gazlı müdahale etmek için yavaş yavaş ilerlediler. Tabi bu arada sis bombaları devamlı şekilde patlıyor. Çünkü Beşiktaş Çarşı`dan devamlı taş yağıyor polisin üzerine. Onlar da karşılık veriyor.
- Şöyle bir tespitim var. 3 gündür olayları yerlerinden takip ediyorum. 15-20 tane adam ortalığı kızıştırıyor, polisle çatışıyor. Halk aslında bunların arkasında değil, hatta engel olanları çok gördüm. Ama suçlu halk oluyor, gazı masumlar yiyor.
- Emin ol 15-20 tane değil bu adamlar. Bütün terör örgütlerinden insanlar var. Özellikle sol partilerden adamlar var. Sağdan da çok fazla. Bunları seçip alamazsın bu kalabalıkta, o yüzden de kalabalığa müdahale etmek zorundasın. Zaten çok güzel kamufle oluyorlar. Bak bakalım sen ayırt edebilecek misin? Siyasi boyutu çok çok fazla bu olayların. Gezi çoktan unutuldu, bahane oldu. Polis burada halkla çatışmıyor. Ama halk o kadar kolay gaza geliyor ki. Çok güzel kullanıyorlar halkı.
Bir yandan sosyal medyadan devamlı yazılanları takip ediyorum. Çok fazla abartı var. Muhabire gösteriyorum bunu.
- Yapacak bir şey yok. Sen gelip gördün buranın halini. Niyet çok farklı artık.
- Peki abi, polisle çatışmak için geliyor bu adamlar, bu aşikar. Polis hiçbir şey yapmasın. Her türlü pisliği yapsınlar ama polis cidden hiçbir şey yapmasın. Çekilsin, beklesin. Nolur?
- İlla ki polise müdahale ettirler. Bugün olduğu gibi. Bak hala yaralarını taşıyorum sırtımda. Zor kaçtık bugün. Sen ne bakıyorsun bunlara, polis yine bir şey yapmıyor. İstese 5 dakika da boşaltır burayı. Her türlü güç var ellerinde. Ama bu yolu seçiyorlar.
- Yine de bir canlı yayın şart gibi geliyor bana. Siz mesela çok tepki topluyorsunuz, Fatih Altaylı bugün Başbakanın karşında daha dik durabilirdi, rahatsız oldum bundan. Halka bir şey göstermezsen bu adamlar tabi ki kullanırlar halkı.
Bu konuda bana karşı hiç açık davranmadı muhabir. Canlı yayın neden yapılmıyordu?
- Gözaltı sürecine şahit olduk dün akşam. 3 tane hukuk öğrencisi olduğunu iddia eden militan. Polis kimliklerini istedi. Senin böyle bir hakkın yok ki diye çıkıştı üçü de polise. Düşünebiliyor musun? Polisin böyle bir şeye hakkı yokmuş. Hele bir de bunu hukuk öğrencisi söylüyor. Palavra tabi öğrenci oldukları. Çok güzel yıkanmış, kandırılmış beyinler bunlar. Dağdaki teröristin kaçı halktan zannediyorsun? Hep üniversitelerden okullardan toplama. Burada da durum aynı.
- Ben özellikle dikkat ettim önde polisle çatışanlara. Gaz maskeleri gayet kaliteli kafalarında kaskları da var. Hazır gelmişler belli ki.
Polis devam ediyordu bu arada müdahaleye. Biraz daha konuştuk muhabirle.
En son, teşekkür ettim kendisine ve son vapura yetişmek için ayrıldım yanından.
Polislerin arkasından olayları takip ederken sosyal medya canavarlarını fark ettim. Oturdukları yerden felaket senaryoları uydurup paylaşıyorlardı. Polis karşı tarafın saldırmasını bekliyordu, sonra da karşılık veriyordu. Ama polisin içinde de özellikle zarar vermek için uğraşanlar tabi ki vardı, bunları da gördüm. Ne polisin hepsi masum, ne de halkın hepsi şuçlu. İki taraf da çok güzel gaza geliyorlar…