İbrahim Refik
"Yatağından taşan bir nehire benziyoruz... Biz hiç de can çekişen bir millet değiliz. Canlı, kuvvetli bir milletiz. Bizi zinde tutabilecek yegâne kuvvet İslâmiyettir." Bu sözler, hızla guruba yüz tutan bir devletin tahtına oturup ateşten gömleği sırtına geçiren Sultan Abdülhamid`e ait...
O, hükümdarlığını yaptığı milletin büyük bir millet olduğuna, atalarından tevarüs eden değerleri yeniden canlandırabildiğinde tarih sahnesindeki görkemli yerini alabileceğine inanmıştı. Eğitime yaptığı muazzam yatırımlarla devleti geleceğe taşırken, ekonomik ve siyasi hamleleriyle de dünya arenasında adından söz ettiriyordu.
İşte bu hamlelerden biri olan Hicaz Demiryolu projesi de, O`nun gerçekleştirdiği en son ve görkemli eserinin adıdır. Sultan ikinci Abdülhamid için bu proje, Avrupa tesir ve kontrolüne karşı koyma teşebbüsünün bir sembolü idi. Bu demiryolu, Büyük Hakan`ın idarî felsefesi, topyekün toparlanma politikası ve birbirinden koparılmayacak maddî-manevî kalkınma hamlesi istikametinde tatbikata koyduğu bir saha laboratuvarı mahiyeti taşımaktaydı.
Sultan ikinci Abdülhamid, Almanlarla Bağdat Demiryolu anlaşmasını imzaladıktan sonra, Hicaz Demiryolu`na ait iradesi 2 Mayıs 1900 tarihinde yayınlandı. Her iki demiryolunun birleştirilmesi ile başkent İstanbul, Şam üzerinden mukaddes şehirler Medine, Mekke ve Kudüs`e bağlanacaktı. Diğer Osmanlı demiryollarının aksine bu demiryolu, yabancı şirketlerden bir kuruş alınmadan tamamen yerli kaynaklarla finanse edilecek millî bir demiryolu olacaktı.
Hicaz Demiryolu Şam şehrinden başlayarak Medine`ye ve oradan da Mekke ve Cidde`ye kadar uzanacak, Yemen ve Orta Arabistan üzerinden Bağdat`a kadar götürülerek bütün Müslümanların gurur kaynağı olacaktı. Başlangıçta böyle devasa bir projenin hayata geçirilebileceğine pek inanan yoktu. Almanya`nın İstanbul Büyükelçisi Marshall von Bieberstein, Dışişlerine gönderdiği raporunda "Aklı başında olan hiçbir insan, bu dinî amaçlı demiryolunun yapılabileceğine inanmaz." diyordu. Oysa bu ihlaslı girişim İslâm dünyasında coşku ile karşılandı. İstanbul`da yayınlanan gazeteler, demiryolundan "mukaddes hat", "Halifenin en muhteşem eseri" olarak bahsediyordu. Söz konusu olan bir Osmanlı demiryolu değil, bir inanç yolu idi. Bu inanç yoluna başta Osmanlı ahalisi olmak üzere Ümit Burnu Müslüman ahalisinden Singapur`a, Rusya ve Çin`de yaşayan Müslümanlardan Cava`ya kadar zengin - fakir herkesten karınca kararınca yardım yağıyordu. Proje o kadar başarılı oldu ki "Dünya tarihinde daha tamamlanmadan önce masrafları karşılanmış tek demiryolu örneği" olarak tarihe kayıt düşüldü.
Avusturya`nın İstanbul Büyükelçisi Pallavicini, Hicaz Demiryolu`nu "modern ticaret tarihinde tek örnek olarak ayakta duran bir finansman girişimi" olarak niteliyordu. Geceli gündüzlü yıllarca süren bir emeğin ürünü olarak hayata geçen bu inanç yolu hakkında Sultan ikinci Abdülhamid şunları söyleyecektir: "Mekke demiryolumuz terakkiye istidadımız olduğunun ve hatta İngiltere`yi bile hezimete uğratacak vaziyette bulunduğumuzun delilidir. Bizim Hicaz hattımızı inkıtaya uğratmak için bu devletin yapmadığı kalmadı; fakat her şeye rağmen işte şimdi inşaat bitmek üzeredir ve artık Süveyş Kanalı`na ihtiyacımız kalmamıştır. İstanbul`la Haremeyn-i Şerifeyn arasında kurduğumuz demiryolu sayesinde istediğimiz zaman oralara kemal-i emniyetle karadan asker sevkedebilecek hale geldik."
Demiryolunun mukaddes topraklara doğru yürümeye başlayışını manşet yapan İngiliz The Times Gazetesi`nin şu haberi, en anlamlı değerlendirmeyi ihtiva ediyordu: "Hicaz Demiryolu girişiminin bütünü gösteriyor ki, Türkler belli bir ideale erişmek için büyük engelleri aşmak yeteneğine sahipler.”