Ne cafcaflı başlık değil mi? Durun öyle hayret kredinizi hemen tüketmeyin, bir de şu hikayeyi dinleyin:
Gelecekte bir zamanda, işi i’lay-ı kelimetullah (Allah’ın dinini yüceltmek) olan bir SAM (Şimdiki moda bu, Stratejik Araştırma Merkezi yani) bir araştırmacısını doktora eğitimi sonrası güneşin battığı yerdeki bir ülkeye mecburi hizmete göndermiş. Araştırmacı varmış, bir müddet oranın haliyle hallendikten sonra ilk raporunu göndermiş: “Burada insanlar inanma ihtiyacı hissetmiyorlar; dolayısıyla burada bize ekmek yok.” Adı geçen SAM’ın yetkilileri araştırmacıyı geri çağırmışlar ve başka bir araştırmacı daha göndermişler. O da bir müddet kaldıktan sonra ilk raporunu göndermiş: “Burada insanlar inanma ihtiyacı hissetmiyorlar. Dolayısıyla burada iş çok.” Bu ifade uzak görüşlü SAM yetkililerinin beklediği bir şeymiş. Araştırmacıya kalıp, devam etmesini istemişler.
Bu hikayeye benzer bir şeyi bir yerden hatırlıyoruz, diyebilirsiniz. Ayakkabı giymeyen yerlilere, ayakkabı satmak ile ayakkabı pazarlamak arasındaki farkı gösteren hikayenin bir benzeri bu.
Modern pazarlamanın, satıştan farkı insanlara ihtiyaçlarının “öğretebileceğini” göstermek oldu. Ne yiyeceğini, ne giyeceğini ve ne kullanacağını reklamlardan öğrenen insanlar, gerçek ihtiyaçlarının yerine “dayatılmış” ya da “öğretilmiş” ihtiyaçların geçtiğini anlama fırsatı bile bulamadan, istenileni tüketmeye başladılar. Doğrusu bu fırsatı bulamadılar çünkü modernleşmek tam da buydu: Tabii ihtiyaçların yerini kurgu ve suni ihtiyaçların alması
Bugün güneşin battığı yerde yaşayan insanların en büyük problemi inanma ihtiyacına gerek duymamaları. Daha da vahimi, dini; zayıf, çaresiz ve iradesiz insanların işi gibi görmeleri. Açıkçası bu insanlar, “Tanrı yukarıda işine baksın, biz de burada hayatımızı yaşayalım” diyorlar. Ey, ileride kuracakları SAM’lara bu işi tevdi edecek ehl-i himmet ve gayret, bu insanlara nasıl ulaşacaksınız? İşte yukarıda cafcaflı dediğimiz başlık bu soruya verilebilecek bir cevaptır: Bu insanlara modern pazarlama yaklaşımı ile dinin bir ihtiyaç olduğu anlatılmak zorunda.
Ayakkabı giymeyen yerlilere bakıp, “burada büyük bir ayakkabı pazarı var” diye düşünen akıllı pazarlamacı hangi yöntemi kullanarak ayakkabıyı bir ihtiyaç olarak takdim etti acaba? Bunu bilmek faydalı olabilir ama zannederim, o pazarlamacının daha öncelikli olarak fark etmemiz gereken bir özelliği vardı: O pazarlamacı kendi ürününe inanıyordu.
Modern pazarlama da öyle demez mi? Ürününüze inanın.
Gelin bu modern pazarlamayı hafife almayın, burada iş de çok, aş da…