Nefsâniyetin mayasında fânîliğe isyan vardır. Bu sebeple insanların çoğu ölümü hatırlamak istemezler. Hatırlatanları da susturarak “Şimdi neşemizi kaçırma, şu anda ölümün sırası değil.” gibi sözlerle acı ve kaçınılmaz bir hakîkatin üzerini küllemeye çalışırlar. Hâlbuki yakınlarımızın birer birer kabir yolculuğuna seferber olmaları, bizim için ne büyük bir ibret ve îkâz alârmıdır. Lâkin insanlar kendilerini nefis ve şeytanın hîle girdabından kurtaramayarak, “Benim yaşım daha genç, ben sağlığıma dikkat ediyorum.” gibi nefsânî düşüncelere sığınır, ölümü dâimâ uzak görürler.
Çevremizde gerçekleşen ânî ölümler ve muhtelif hâdiseler bize şu hakîkati göstermektedir ki insanın ömrünün son bulması bir “an” meselesidir. Her insan, ölecek yaş ve çağdadır. Yarına sağ çıkacağını garanti edebilen bir tek Allâh’ın kulu yoktur. Kabristanlara ibret nazarıyla baktığımızda, kendi yaşımızda ve daha küçük yaşlarda bir çok mevtânın sessiz feryatlarını işitiriz.
Ömrün ne kadar hızlı geçtiğini farketmemiz için Cenâb-ı Hak, “zamana yemin olsun ki…” buyurarak zaman üzerine yemin etmektedir. Hayatın günleri sanki bir bardağı dolduran damlalar gibidir. Hayat ırmağı da çok şiddetli akmaktadır. Ömrümüz ise ilâhî irade ile sınırlandırılmıştır. O hâlde:
a. Hayatımızın sınırlı olduğunu, her an Azrail ile karşılaşabileceğimizi unutmamak îcâb eder.
b. Hergün, sınırlı olan hayatımızın azaldığını ve dünyadan bir gün daha uzaklaşarak kabre bir gün daha yaklaştığımızı farketmemiz lâzımdır.
c. Hayatımızı salih amellerle geçirmenin elzem olduğunu idrâk etmeliyiz.
d. Bulanık bir kalp ile Hakk’a varılamayacağını düşünüp, tevbenin ve duânın zarûretini anlamamız gerekir.