Camilerimizin çocuklar için çekici, güzel, davet edici mekânlar olması gerektiğini düşünüyorum. Hz. Ömer gibi ‘sert’ bir insanın bile, çocuklar mescidin önünde oynasın da ayakları alışsın diye, kapının önüne kum döktürmüş olduğunu hiç unutmuyorum.
Yıllar önce, bir yaz günü, yaşlıca bir adamla tanışmıştım. Adam, çok iyi kalpli olduğunu, fakirlere her türlü yardığımı yaptığını, İslâm’ı birçok müslümandan daha iyi yaşadığını, ama Cuma namazından başka hiçbir namaza kendisini kimsenin götüremeyeceğini söylüyordu. Nezaketi elden bırakmamaya çalışarak nedenini sorduğumda ise, çocukken bir cami imamının kendisine ters davrandığından bahsetmişti. O gün bugündür camilere ancak Cuma namazı için gidiyormuş. Onda da iki rekat farzı kılıp çıkıyormuş.
Sık sık duyduğum bir şeydir bu: Filanca adamın inançsız olması, feşmekân imamın ‘yobaz’lığına bağlıymış. Birçok meşhur insan da, çocukken çok Müslümanken, sırf bu yüzden sonradan dinden uzaklaşmış. Hatta Cem Karaca, çocukluğunda gittiği caminin imamı, namazda otururken sağ ayağın nasıl büküleceğini anlatırken canını çok yaktığı için, ölümüne birkaç sene kalana kadar İslâm’dan uzak yaşamış. Vesaire, vesaire…
Kurban bayramı ve ibadetlerin dışarıdan nasıl algılandığı bağlamında tam da bunları aklımdan geçirirken, Hakkı Devrim, bir hatırasını anlattı:
“Ailemizin büyüğü olan amcam o tarihte Adapazarı`nda oturuyordu. El öpmeye gitmiştik. Bayram sabahı pek sevdiğim bir yolculuğa çıktık. Amcam, koltuğumun altında seccade niyetine bir küçük halı, yanımızda -o tarihte 10 yaşında olan- oğlum Serdar, üç nesilden birer temsilcinin oluşturduğu kafile halinde Tozlu Camiye, bayram namazına gittik. İçeride yer yoktu, ama hava açık, avludaki saflar arasına biz de karıştık. Karadenizli hoca efendi namaz ertesi söze:
- Dün gece (Yılbaşı gecesini kastediyor. TK) yiyüp içüp ziftlenen zinduklar, diye başladı. Ve yılbaşını kutlayan “kâfirler” hakkında demediğini komadı.
Biz de yiyip içenler, hatta eski usul eğlencedir, tombala oynayıp eğlenenler (!) arasındaydık. Benim de aklım Serdar`da. Minicik adam şimdi kimbilir neler düşünüyor, diye... Amcam kulağıma eğildi:
- Kalk evlat biz eve dönelim. Ne olsa kış soğuğudur, çocuğu üşütmeyelim, dedi. Kalktık. Yolda asıl düşündüğünü de söyledi amcam. Öfkeliydi:
- Allahın koca yobazı, diyordu. Bu yaşta çocuğu dinimiz aleyhinde düşünmeye zorlayacağının farkında bile değil. Nerede İslam`ın hoşgörüsü, nerede bu mollanın kalın kafası!
Başkalarından dinlediğim benzer vakaları da hatırlarım. Bir yaşıtımı da çocukken bayram namazına götürmüşler. Her bayram namaza gitmediğimizi bilir gibi, hoca efendi söze “Camiye kırk yılda bir gelen zındıklar” diye başladıydı, diye anlatır.” (Radikal, 8.12. 2006)
* * *
Ben, bu meselede, camilerden çocukları kovan dar kafalı ihtiyarlarla, namaz arasında kavgalara tutuşacak kadar radikalimdir. Tek kelime Arapça bilmediği halde, namaz sırasında arka tarafta oynayan çocukları selam verir vermez kovalamaya başlayan, bunu yaparken de “imamın ne okuduğunu anlamadık!” mazeretini saçmalayan ham sofuları azarlamaktan da hiç çekinmem. Çünkü o ham sofunun camideki eksikliği eksiklik değildir bana göre. Ama onun ham tavrından dolayı camiden uzaklaşıp giden bir çocuğun yokluğu büyük eksikliktir. (Buna mukabil şöyle güzel örnekler de yok değil:
Yine tanıdıklarımdan yaşlı, sakallı bir amcaya, tam namaza duracakken ön saflardan biri, arka taraflarda koşturan çocukları azarlamasını söylemiş. Amcanın cevabı ise şöyle olmuş:
- Yok öyle yağma. Ben onu azarlayayım da, sonra çocuk “camide sakallı bir amca beni azarladı” diye mi düşünsün?)
Camilerimizin çocuklar için çekici, güzel, davet edici mekânlar olması gerektiğini düşünüyorum. Hz. Ömer gibi ‘sert’ bir insanın bile, çocuklar mescidin önünde oynasın da ayakları alışsın diye, kapının önüne kum döktürmüş olduğunu hiç unutmuyorum.
Tamam, bu böyle.
Ama öte yandan, bir cami imamından azar işitti diye ömrü-billah İslâm’dan soğuyan, camilere adım atmayan, İslâm dışı hayatlar yaşamaya başlayan insanların, bunun sebebi sorulduğunda “Çocuktum. Dini heyecanlarla doluydum. Zevkle camiye gitmiştim. Yobaz imam bana şöyle yaptı, böyle yaptı. Ben de İslâm’dan soğudum!” şeklinde sözüm ona mantıklı açıklamalar yapmalarını da samimi bulamıyorum açıkçası.
Yani olay şu mudur: Allah ona tek bir fırsat vermiş. O tek fırsat da, ‘yobaz’ bir cami hocasının insafsızlığında buharlaşıp gitmiş.
Bu mudur? Bu kadar basit midir? Yetmiş sene cami yüzü görmemenin mazereti bu tek bir olay mıdır? Bundan sonra hiç mi olumlu şey görülmemiş, işitilmemiş, yaşanmamıştır? (Elbette yaşanmıştır. Ama kim gidecek şimdi camiye? Tiril tiril pantolonları kim kırıştıracak şimdi? Kim, onca işin-gücün arasında ibadete vakit ayıracak?)
Oysa İslâm’ın genel kuralları ışığında gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz ki: Allah, kullarının ahiretlerini, cahil bir cami hocasının insafına bırakmaz.
Camiye uğramayışlarının günahını fi tarihinde ters bir hareketini gördüğü imamlara ve kurbandan tiksinmelerinin suçunu, sokak ortasında pislik öbekleri oluşturan görgü yoksulu Müslümanlara yüklemeye çalışıyorlar; İslâm’ı sevenler ve yaşamaya gayret edenler, alışılmış klişeleri çöpe attıracak jestlere çoktan hazırlar. Peki onlar, kafalarındaki duvarları yıkmaya hazır mı?
* * *
İddia sahipleri kabule yanaşmasa da, ‘sadece çorap kokusundan ibaret’ olmayan çok camimiz var.
İslâm’ı gerçekten anlayan ve gerçekten yaşayan, birçok saygın din adamımız var. Nitekim duruşunu ve birikimini beğendiği Müslüman din adamlarından etkilenerek İslâm’ı seçen sayısız insan bulunuyor.
Yine onlar tersini iddia etse ve ‘yobaz’ imamlara mukabil, filanca papazın ‘şeker’liğini bize hatırlatsalar da, İslâm’ı gerçekten kaynağındakine benzer bir saflıkla yaşamaya çabalayan çok Müslüman var.
Onlar aksini söylese de, kurbanını nezih bir şekilde kesip, bayramı ‘kavurma şöleni’ne çevirmeyen, etleri fakir-fukaraya dağıtan çok sayıda mü’min var.
Ama madem onlar, yine de camiye uğramayışlarının günahını fi tarihinde ters bir hareketini gördüğü imamlara ve kurbandan tiksinmelerinin suçunu, sokak ortasında pislik öbekleri oluşturan görgü yoksulu Müslümanlara yüklemeye çalışıyorlar; İslâm’ı sevenler ve yaşamaya gayret edenler, alışılmış klişeleri çöpe attıracak jestlere çoktan hazırlar.
Peki onlar, kafalarındaki duvarları yıkmaya hazır mı?