Augusto Pinochet, 91 yaşında öldü. Çağın Nemrutlarından (Firavun da olabilir) birisiydi. Şili’yi 1973’ten 1990 yılına kadar yöneten bu eli kanlı diktatörün yapıp ettikleri ortada; ölümü dolayısıyla bunlar konuşuluyor zaten. Üç bin kişiyi öldüren, otuz binden fazla kişiyi işkenceden geçiren bir zalimin ne yargılanabilmesi ne de yaptıklarından dolayı bir ceza almaması acı. Peki, dünya, bu diktatörün, kamuoyu vicdanında mahkum edilmesi ile yetinmek zorunda mı kalacak? Belki. Bir teselli şu bilginin Pinochet tartışmalarında iyice “görünür” hale gelmesi olabilir mi?
Pinochet, kendisine güvenip genelkurmay başkanlığını teslim eden Salvador Allende’yi üç ay sonra 1973’de kanlı bir darbeyle devirdiğinde en büyük destekçisi ABD idi. Çünkü ABD, bugün başına gelenin yani Latin Amerika ülkelerinde solun idareyi ele almasının o dönemde önüne geçmek istiyordu. Bir de Allende’yi cezalandırmak… Ne mi yapmıştı Allende? Ülkesinin en büyük ihraç ürünü olan bakır madenlerini Amerikan ITT firmasından almış ve özelleştirmişti. Amerikan halkının ekmeği ile oynamıştı yani… Cezasını Pinochet verdi. Ama ceza bununla kalmadı. Şili halkı yıllar süren bir zulüm rejimine katlanmak zorunda kaldı. Ne adına peki? Mahallenin kabadayısına rest çekmek adına… Peki şimdi ne oldu? ABD’nin korktuğu yine oldu. Sol yönetimler, Latin Amerika’yı baştan başa sarmış durumda. ABD muhalifliğiyle öne çıkan bu yönetimler Pinochet gibi diktatörlerle iş bitirmeye alışmış dünya jandarmalarına halkın tepkisinden başka ne anlama geliyor ki?