Âşığın derdi, gönül iniltisinden belli olur ve gerçek sevgi, sevgiliden gelen her şeye, özellikle dertlere, kederlere, acılara katlanmakla ortaya çıkar, derler. Bu yüzden “Hoştur bana senden gelen, ya gonca gül yahut diken” diyebilmek ve bunu gönül huzuru ile yaşayabilmek, en büyük hüner kabul edilmiştir. Ama bunun söylendiği kadar kolay olmadığını da herkes iyi bilir. İşte sizlere gerçek bir muhabbet ve aşk hikâyesi:
“Bir efendinin ziyâretine gelen yakın dostları, ona hediye olarak kavun getirmişlerdi. O da çok sevdiği, gönüldaşı ve derin duygulu sâdık hizmetkârı Lokmân’ı çağırttı.
Lokmân gelince, efendisi kavundan bir dilim kesip, ona ikrâm etti. Lokmân o dilimi sanki bal gibi, şeker gibi âfiyetle yedi. Öyle hoşlanarak öyle zevkle yemişti ki, onu görenlerin de iştahları kabarıyor, ona âdeta imreniyorlardı. Efendisi ona ikinci bir dilim daha verdi. Zîrâ o, sâdık hizmetkârı Lokmân’ın duyduğu bu lezzet karşısında huzur buluyordu. Derken kavundan son bir dilim kalmıştı. O zaman efendisi:
“–Bunu da ben yiyeyim de, ne kadar tatlı bir kavun olduğunu anlayayım!” dedi. Fakat efendisi o dilimi yer yemez, kavunun acılığından ağzını bir ateş kapladı. Dili uçukladı, boğazı yandı. Kavunun acılığından kendinden geçti. Daha sonra Lokmân’a:
“–Ey benim canım hizmetkârım! Ey benim cihânım!” dedi. “Böyle bir zehri, nasıl oldu da tatlı tatlı yedin? Böyle bir kahrı, nasıl oldu da lütuf saydın? Bu ne sabırdır? Kim bilir, şimdiye kadar ne acılara katlandın ve yüzünü ekşitmeden sabrettin? Yoksa sen tatlı canına düşman mısın? Neden hiç bir şey söylemedin? Neden; «Beni mâzur görün, şimdi yiyemem!» demedin?”
Lokmân dedi ki:
“–Ben, efendimizin elinden o kadar tatlı yemekler yedim, maddî mânevî o kadar nâdide gıdalar aldım ki, size bunlar için mukâbelede bulunamadığımdan dolayı utancımdan iki büklüm olmuşumdur. Bizzat elinizle ikram ettiğiniz şeye, nasıl olur da; «Bu acıdır, yenilemez.» diyebilirim?! Hem, sizin elinizle gelen her acı bana tatlı gelir. Çünkü bedenimin her hücresi, sizin nîmetlerinizle perverde olmuştur.”
Sonra Lokmân, heyecan ve muhabbet dolu sözlerle içini dökmeye devâm etti:
“–Efendim! Sizden gelen bir acıdan feryâd edersem, başıma yüzlerce defa toprak saçılsın. Lutufkâr elinizin tadı, bu kavunda nasıl acılık bırakır? Muhabbetten acılar tatlılaşır, muhabbet yüzünden bakırlar altın olur. Muhabbet ile tortular durulur, arınır. Muhabbetten, dermansız dertler şifâ bulur. Muhabbetten ölüler dirilir. Muhabbet yüzünden pâdişahlar kul olur. Muhabbetten zindanlar gül bahçelerine döner. Muhabbet yüzünden karanlık evler aydınlanır. Muhabbet yüzünden nâr, nûr olur. Muhabbet yüzünden, çirkinler bile hûri kesilir. Muhabbetten kederler, üzüntüler neşe olur, sevinç olur. Yoldan çıkaranlar, yol kesenler, muhabbet sâyesinde yol gösterici bir saâdet rehberi olur. Muhabbet yüzünden hastalıklar, sıhhat ve âfiyete çevrilir. Muhabbetten kahırlar rahmet olur.”