
Hikmet Sami Ay
Kantini bir öcü gibi gösterip oradan sizi uzaklaştırmak gibi bir amacım yok. Ama şu var, hiç samimi bulmazdım kantinde yaşananları. Kantine girince garip bir iticilik hissederdim
Üniversiteye yeni başlayan bir öğrencinin, vakti öldürmek (!) için gidebileceği yer ya da yapacağı iş vardır. Tabii sizin de tahmin edeceğiniz gibi, gidilecek ve zaman geçirilecek yerlerin başında üniversite kantinleri geliyor.
Öğrencilerin büyük çoğunluğu, ders arasını kantine inerek değerlendirir. Derse ara verilir ve öğrenciler hemen kantindeki o kendine has yerlerine, köşelerine kuruluverirler. Genelde birileri başı çeker bu gibi durumlarda. Ve diğer öğrenciler-ki birçoğu ne yapacağını bilemeyen öğrencilerdir- sanki bir zorunlulukmuş gibi, masaya yaklaşır, kıyısından da olsa kendine bir yer bulur ve ortama dahil olur. Yavaş yavaş diğer arkadaşlar gelir ve grup tamamlanır. Ardından geyik muhabbeti diyebileceğimiz havadan sudan şeyler konuşulmaya başlanır. (Tabi bu başlangıç safhası. Zamanla, kızların ya da erkeklerin röküş olanları seçilir, kızlar arasında tripleşmeler başlar, erkekler yanındaki kız sayısına göre karizmasının arttığını düşünür vs vs.)
Bu sözlerimden kantin düşmanı olduğum anlaşılmasın. Ya da kantini bir öcü gibi gösterip oradan sizi uzaklaştırmak gibi bir amacım yok. Ama şu var, hiç samimi bulmazdım kantinde yaşananları. Kantine girince garip bir iticilik hissederdim. Masalardaki yüzlerin yapmacıklığına açıkçası dayanamazdım. Zaten genelde duman altı bir durum söz konusuydu. Lakin bu kaçınılmaz olan bir şeydi belki de. Evet, olanı olduğu gibi kabul etmek gerekiyor çoğu zaman, ama benim kendime kızdığım ve anlayamadığım nokta şuydu: Hem sevmiyor ve itici buluyordum kantini, hem de ister istemez vaktimin çoğunu orada harcıyordum. Garip ve insanın içini sıkan bir çelişkiydi bu.
Kendimden yola çıkarak şöyle söyleyebilirim ki, bu çelişkiyi yaşamasının birçok sebebi olabilir bir öğrencinin. Bunların başında arkadaşlara gereğinden fazla önem atfetme geliyor, diye düşünüyorum. Somut bir şekilde ifade edecek olursam, arkadaşları kıramama hastalığı var birçoğumuzda. Ya da “Hayır” diyememe. Oysa tecrübeyle şahittir ki yeri geldiğinde “Hayır” diyebilmesini bilenler, belki bazı şeyleri kaybettiler ya da bazı şeylerden mahrum oldular ama çok daha fazla şey kazandılar.
Bir diğer sebep, muhtemelen çevre oluşturma ve bir yerlere tutunma güdüsü olabilir diye düşünüyorum. Çünkü genelde gördüğüm kadarıyla, hepimiz, bu yeni öğrencilik hayatına ne kadar kısa sürede alışırsak, o kadar daha rahat ederiz diye düşünüyorduk. Ve bu alışma sürecinin olmazsa olmazının, kantinde vakit geçirmek olduğuna inanıyorduk. (Filmlerin, dizilerin ve reklamların bu konuda ciddi bir bilinçaltı oluşturduğu söylenebilir.) Aslında bunun da hiçbir hakikati yokmuş diyebilirim. Kendi başına hareket edenlerin ya da kantin yerine başka tür faaliyetleri tercih edenlerin çok daha sağlıklı ilişkiler kurduğunu, ve kendileri adına en iyi seçimi yaptıkları ortaya çıkmıştır son etapta. Diğer yandan şuna şahit olmuştum ki, kantinde başlayan bu ilk dostlukların, çaydanlığın yaldızının dökülüp demirinin ortaya çıkması gibi, kısa sürede yaldızı dökülüyor ve ortaya büyük anlaşmazlıklar çıkıyordu. Hatta birçok öğrenci için psikolojik bozukluklara bile sebep olabiliyordu bu ilk hayal kırıklıkları. (Bayanlarda daha fazla.)
Diyeceğim o ki, ille de vakit geçirmeniz gerekiyorsa bile, bunu kendinize has bir şekilde de yapabilirsiniz. Farklı davranmak zor olabilir ama kendiniz olamayacağınız bir yerde bulunmaktansa bazı radikal tavırları da göze almanız gerekiyor diye düşünüyorum. Özellikle günümüzde, ahlaksızlıkların medeni cesaret olarak sergilendiği kantinlerinde, kendinize has bir duruşunuz yoksa, her esen rüzgara kapılıyorsanız, şöyle bir durun ve “bu gidiş nereye?” diye sorun kendinize. Kendinize güvenin ve ileride pişman olmamak için şimdiden hedeflerinizi belirleyin. Ve bu hedeflere giden yolun, kantindeki masalardan ya da içi boş muhabbetlerden geçmediğine iyice emin olun. Benden söylemesi.