Katolik Öğretmenin İslam’la buluşması
Güney Londra’da bir lisenin din dersi koordinatörü idi. Sadece erkek öğrencilerin okuduğu bu okuldaki başlıca görevi öğrencilere dünyanın farklı dinleri hakkında bilgiler vermekti. Hıristiyan olmasına rağmen dinler arasında bir ayırım yapmamaya özen gösterirdi. Aksine dinler arası hoşgörüyü savunur, çok kültürlü bir dünyada yaşıyor olmanın gereklerine uygun bir müfredat takip edilmesi gerektiğini düşünürdü. Farklılıkları değil, benzerlikleri öne çıkarmaya çalışır, ayırımcılık ve nefret içeren ifadelerden özenle geri durmaya çalışırdı. Öğrencilere medyanın İslam hakkındaki yayınlarının çoğunun ne kadar yanlı olabileceğini göstermekten de geri durmazdı.
Aslında Hıristiyanlık konusunda çok tutarlı fikirlere sahip olduğu söylenemezdi. Dini bir okulda okumuş, Roma’da yıllarca rahiplik eğitimi almıştı. Ama ne aldığı eğitimin ne de bulunduğu konumun kafasındaki sorulara cevap veremediğini görünce rahipliği bırakmış ve tatile çıkmaya karar vermişti. Tatil beldesi arayışları onu Mısır’ın Kızıl Deniz civarındaki bir sayfiye kasabasına götürdü. Orada ilk defa Müslümanlarla bir araya geldi. Kendisi gibi normal insanlar olduğunu görüp şaşırdığı bu Mısırlıların dinlerine bağlılıkları, Kâbe’ye dönerek hep beraber namaz kılmaları ve okudukları ezanlardan çok etkilendi. Bir de nezaketlerinden… Artık sempati ile seyrettiği bu insanlar vasıtası ile kalbine hidayet tohumlarının ekildiğini nereden bilecekti ki?
İngiltere’ye döndüğünde din dersi öğretmenliğine başladı. Bu sırada meydana gelen 11 Eylül hadisesi İslam hakkında daha fazla okuyup öğrenmesine giden süreci başlattı. Yusuf İslam ile tanıştı. Ona Müslüman olmak için ne yapması gerektiğini sordu. Allah’a inanması, namaz kılması ve oruç tutması gerektiğini söyleyen İslam’a gülerek şunu söyledi: “Bu dediklerinin hepsini ben yapıyorum. Ramazan geldiğinde okulda öğrencilerimle oruç bile tutuyorum.” “O halde ne bekliyorsun” diye kolundan çeken muhatabının birlikte namaz kılma teklifini “Ben burada, arkada oturayım” diyerek nazikçe geri çevirdi. Topluluk önünde namaz kılarken o arkada gözyaşlarına boğulmuş kendi kendine şunu söylüyordu: “Hala ne diye kendini kandırıyorsun ki?”
Yusuf İslam’a “Oruç bile tutuyorum” derken haksız sayılmazdı. O Ramazan, okuldaki öğrencilerle birlikte gerçekten güzel vakit geçirmiş, onlarla beraber gün boyu aç kalmayı bile göze almıştı. Aralarının iyi olmasının bir sebebi vardı: Bir önceki Ramazan’dan beri odası okuldaki Müslüman öğrenciler tarafından mescit olarak kullanılıyordu. Okuldaki tek halılı ve lavabolu oda kendisinin olunca, Müslüman öğrenciler gelip kendisinden odasını mescit olarak kullanıp kullanamayacaklarını sormuşlardı. Önce biraz tereddüt etmiş, sonra işi okul idaresine havale ederek çözmeye karar vermişti. Okul idaresi öğrencilerin teklifini kabul edebileceğini söylemişti ama bir şartları vardı: Öğrenciler odayı ibadet amaçlı kullanırken başlarında bir öğretmenin gözetmen olarak bulunması gerekiyordu. Gözetmenlik görevini seve seve üzerine aldı. Artık her gün öğrencilerin öğlen tatilinde kıldıkları namazı ve Cuma günlerinde bir hutbe eşliğinde kıldıkları Cuma Namazını seyrediyordu. Ramazan’ın sonu geldiğinde artık hem nasıl namaz kılınacağını öğrenmişti, hem de hangi duaların okunacağını… Özellikle dualar çok hoşuna gitmişti. Anlamlarını bilmese de bunları mırıldanmaktan ayrı bir haz aldığını hissediyordu. Ramazan bittiğinde çocuklara öğle namazı için odasını kullanmaya devam edebileceklerini söyledi. Çocuklar teklifi sevinerek kabul ettiler ve odası mescit olarak kullanılmaya devam etti.
Sonraki Ramazan geldiğinde çocuklara bir jest yapmak istedi. Onlara yaptıklarının ne kadar saygın bir şey olduğunu göstermek istiyordu. Onlarla beraber oruç tutacaktı. Başladı da… Kadir Gecesi’ne kadar hep onlarla beraberdi; oruç tutmakla kalmıyor, namazlarına iştirak ediyor, neredeyse bütün gününü bu küçük Müslümanlarla geçiriyordu. Çocukların Kadir Gecesi için hazırladığı özel bir kutlama programında beraber onlarla birlikte namaza duruşunu, mütevazı yiyeceklerle açtıkları iftarı ve Peygamber Efendimiz’in hayatını anlatan filmi izleyişlerini hayatının en tatlı hatırası olarak kaydetti. Orada, küçücük bir çocuğun arkasında elleri bağlı safta, onun harika sesiyle okuduğu Kur’an’ı dinlerken yaşadığı hissiyatı anlatmak için sonraları şunu diyecekti: “Güneş batarken, bu sıradan sınıfta toplanmış bizler sanki bir melek tarafından ziyaret ediliyorduk.”
Bir Ramazan gecesinde öğrencilerinin arasında bir öğretmendi. Onlara farklı dinleri öğretmek, rehberlik etmek için buradaydı. Ama en büyükleri 15-16 yaşlarındaki bu çocuklarla sanki rolleri değişmişti. Onlar öğretmen olmuş, o da dizleri dibinde öğrenciydi sanki. Bu küçücük, saf ve temiz dimağlar, anne babalarından öğrendikleri üç beş bilgi ile önlerinde kendilerine tüm dünya dinlerini öğretmek üzere görevlendirilmiş bir Vatikan rahibine İslam’ı anlatıyor, bilmeden ve farkında olmadan öğretmenlerini en güzel, en salim yola adım adım taşıyorlardı.
Sonradan İslam’a girişi hikayesini büyük bir hevesle öğrenmek isteyenlere şunları söyleyecekti: “Ne kilise ile ne de eski inançlarımla bir problemim vardı. Eski arkadaşlarımı saygıyla anıyor, beraber geçirdiğimiz günleri saygıyla hatırlıyorum. Tek problemim, mutlu olmamamdı. Ben mutluluğu İslam’la buldum. Allah’ın ufacık vesilelerle bizler için ne büyük sürprizler hazırladığını bilemeyiz. Benim o küçük çocuklarla beraber geçirdiğim Ramazan benim için böyle bir sürpriz oldu.”
Müslüman olduktan sonraki adı ile İdris Tevfik, Roma’da, Vatikan’da başlayan inanç yolculuğunu Ezher’de tamamlamış, ebedi gençliği bulmuş bir bahtiyar artık. O, artık Mısır’da yaşıyor ve hakikati bulmuş olmanın verdiği hazla durmadan İslam’ı anlatıyor.
Hıristiyanlıkta bulamayıp da İslam’da bulduğu şeyin ne olduğu sorulduğunda şu cevabı veriyor: “İslam, Allah merkezli bir din. Her şey tek bir ilahın çevresinde dönüp duruyor. Bir diğer nokta da İslam hayatın her sahasını kapsıyor. Sadece bir Pazar günü bir törene katılmaktan ibaret değil. İnsanlarla nasıl selamlaşacağınızı, yemeğinizi nasıl yiyeceğinizi, bir odaya nasıl gireceğinizi, hayata ilişkin her ana dair bir şeyler söyleyen bir din... İslam, mensuplarından sürekli Allah ile berabermiş gibi davranmalarını istiyor, her şeyi ama her şeyi Allah’a izafe etmelerini istiyor.
Günümüzde İslam’a yapılan saldırılara verdiği şu kısa cevap aslında bugün yaşadığı hissiyatı o kadar güzel özetliyor ki: “Hiçbir şeyi savunma durumunda değilim. Çünkü ben İslam’a mensup olmakla sadece gururluyum, sadece övünç duyuyorum.”