Hayatını ölümcül virüs ve mikropların araştırılmasına adamış bir bilim insanının konuşmasında, bir cümle vardı ki özellikle not almıştık: ‘’Bu aşı, gelecekte biyoterörizm için de kullanılabilir’’. Çünkü uğraştığı ölümcül virüs ve mikropların potansiyel küçük atom bombaları olduğu gayet iyi biliniyordu. Ancak eğer böyle bir aşı geliştirilip bütün ülkede kullanılırsa bu tehlike bertaraf edilebilecek gibi gözüküyor.
Eczaneye bir kere gitsek... Tek bir aşı... Sadece bir kere canımız yansa ve bir kere aşı ücreti ödesek... Ve ömür boyu gribe dirençli olsak... Her yıl yaklaşık yarım milyon insanın ölmesine sebep olan grip hastalığını bir aşıyla tarihe gömsek. Tabi bunu başarabilirsek, dünyanın en yaygın ve yılda iki buçuk milyon insanın ölmesine vesile olan AIDS virüsüne de tedaviyi bulmuş olacağız. (National Geographic)
Nobel ödüllü David Baltimore bunları kastederken hâlâ salona girmeye çalışıyordum. Yüzlerce bilim insanının ayakta birbirlerini itercesine dinlemeye geldikleri cümleler, heyecan vericiydi. Yaptıkları son genetiksel çalışmayı anlatırken gelecekte birçok hastalığın bir aşı ile tedavi edilebileceği müjdesini veriyordu. AIDS çalışmaları üzerine geliştirdikleri aşının bir benzerini grip hastalığı için de geliştirmişlerdi. Aşının insana vurulmasıyla artık her yıl değiştirilip piyasaya sürülen aşıları vurmamıza gerek kalmayacak gibi gözüküyor. Zira yapılan son deneylerinde aşının on yıl boyunca aktif olduğunu gösterdiler. (Alex Balozs, AAV mediated delivery)
Bu müjdeleri söyleyen David Baltimore olunca, sözler ‘’hayal’’ gibi düşünülemezdi. Ancak işin bir de perde arkası var. Hayatını ölümcül virüs ve mikropların araştırılmasına adamış bir bilim insanının konuşmasında, bir cümle vardı ki özellikle not almıştık: ‘’Bu aşı, gelecekte biyoterörizm için de kullanılabilir’’. Çünkü uğraştığı ölümcül virüs ve mikropların potansiyel küçük atom bombaları olduğu gayet iyi biliniyordu. Ancak eğer böyle bir aşı geliştirilip bütün ülkede kullanılırsa bu tehlike bertaraf edilebilecek gibi gözüküyor.
Ye’cûc ve Me’cûc kavmi, zamanımızda sadece silahlanma ve televizyonla fitne çıkarmayabilir. Hz. Zülkarneyn’nin fitne kavmine, bakır ve demiri karıştırıp çelik bir set çekmesiyle karşı koyduğu gibi (Kehf Sûresi, 95-98); bugünün fitnesine de kendi etik yargılarımızla işleyen laboratuvarlarımız, aşılar ve GDO’lu besinler üretmek yoluyla karşı koyması gerekebilir. Hem nasıl, bakır ve demirin karıştırılıp çelik yapılma ilminin öğretilmesi, yaratılanı değiştirmek olarak algılanmıyorsa; aynen öyle de genetik mühendisliğinin ‘’bizcesini’’ uygulamak, yaratılanın manasını anlamak ve onların canlarını korumak olarak anlaşılmalı. Bu günlerde kimyasal silah endişesiyle başka ülkelerden ödünç aldığımız patriot füzelerini sınıra dizmişken; acaba küçücük bir biyolojik bombayı hangi füzeyle vurabilirdik? Akarsularımıza bulaşabilecek ölümcül bir mikrobu öldürecek ulusal bir aşı stokumuz var mıydı? Daha birkaç yıl önce domuz gribi (H1N1) endişesiyle bütün memlekete yirmi beş milyon aşıyı ‘’yabancı bir şirketten’’ (GlaxoSmithKlane, GSK) satın alıp dağıtmamış mıydık? Soruların üç nokta ile devam eden kısımları daha ürkütücü boyutlara varıyordu. Ancak savaşlar olmasa bile ithal edilen GDO’lu ürünlerin biyosilah olma ihtimali de yadsınamazdı.