Merve Şanlı
Ne gariptir şu evren… Atomdan yaratılan insan, bir ömür atomu araştırıyor. Matematik’le hesaplıyor, Kimya ile ispatlıyor, Fizik’le parçalarına ayırıyor, Astronomi’yle makro âlemlere, Genetik’le mikro âlemlere yolculuklara çıkıyor… Misal; elimizle bir kitabın yerini değiştirdiğimizde, yaptığımız işlem; atomların birbirini itmesini sağlamaktır aslında. Kitap da atomdan teşekkül ediyor neticede. Atomlardan meydana gelen havayı soluyor, besinleri yiyor, suyu içiyoruz. Hepimiz minik zerrelerden oluşuyoruz. Atomlardan meydana gelen gözümüzle, atomlardan meydana gelen teleskobu, yine atomlardan meydana gelen elimizle tutup, atomlardan meydana gelen galaksileri seyre dalıyoruz. Atomla atomu gözlüyoruz velhasıl. O kadar küçüğüz, o kadar küçüğüz ki… İşte Samanyolu Galaksisi’ndeki Güneş Sistemi’mizin yeri:
Okla gösterilen yerde biz varız. Evet, nokta. Küçücük bir nokta. Gökadanın merkezinden yaklaşık 25000 ışık yılı uzaklıkta.
İçerisinde bulunduğumuz, 200 milyar yıldızı bünyesinde barındıran Samanyolu Galaksisi’nin uzay içindeki hızı ise saatte 950.000 kilometredir. Buna rağmen hiçbir kazanın, çarpışmanın olmaması, gökyüzünün uyum halinde yaratıldığının bir delilidir. Hatta bazen içerisinde 200-300 milyar yıldızın bulunduğu galaksiler birbirlerinin içinden geçtikleri halde, herhangi bir düzensizlik olmaz. Gökadamızın genişliği 100000 ışık yılı, yüksekliği ise 1000 ışık yılı olarak saptanmıştır.
“Eğer Tanrı, yaratmış oldukları için bu kadar hassas, dikkatli, sevgi dolu ve hayret verici bir ortam inşa etmişse, o zaman O’nun, insanların, bu evreni keşfetmesini, araştırmasını, takdir etmesini, ondan ilham almasını ve nihayetinde kendisini evren yoluyla bulmasını istemesi gayet doğaldır.” (Lee Strobel)