Abdullah Şehid Huca
Hasılı kelam, keçi boynuzu yemesini öğrenmek gerekiyor biraz. Niyet okuduğumuz her seferinde, Elçilerin Efendisi’nin Üsame b. Zeyd’e “Keşke daha önceden değil de bugün iman etmiş olsaydım da böyle bir günahım olmasaydı” dedirten o sorusu yankılanmalı yüreğimizin derinliklerinde: (Kalbini yarıp da baktın mı?)”
Çağın bizi Kur’an ve Sünnet’ten uzaklaştırmaya yönelik hamlelerinden birinin daha işe yarayıp da “güven” duygusunun ortadan kalkmaya başlamasından mı, yoksa bilgiye dayalı konuşabilme salahiyeti olanların bir bir azalmaya başlamasından mı bilmiyorum, son günlerin en meşhur okuması bu olmaya başladı: “Niyet Okumaları”
Oysa niyet okumak, önyargılar inşa etmek demekti. Görmeden, dinlemeden hatta daha kötüsü anlamaya çalışmadan etiketlediği birini sırf Müslüman olduğu için nasıl sevebilirdi insan? Sevmediği/sevemediği bir Müslümanla coğrafyalardan önce gönüllerde kurulması gereken ümmetin birliğini nasıl sağlayabilirdi? Ama sevmek zorundaydık, çünkü Allah Resûlü öyle buyurmuştu: “Sizden biriniz iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. Ey Allah’ın kulları, size yaptığınızda birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız.”
Emeksiz fikirler üretmenin adıydı niyet okumak.. “Bence”lerle dolu cümlelerde hakikat nasıl kendine yer bulabilir, Dünya’ya çağ atlatmaya aday fikirler, tahlil edilmemiş “Bana göre”lerin arasında bozulmadan ne kadar kalabilirdi? Gündeme dair, ülkeler siyasetine ya da daha önceden dile getirilmemiş, ilk duyulduğunda yutulması zor düşüncelere ve o düşüncelerin sahiplerine dair acımasız ve kesin cümleler kuranlara “Nereden biliyorsun?” denilince, o sığ cevabı daha sık almaya başladık: “Bana öyle geliyor!” Halbuki mü’min firasetli olmalıydı, zannın çoğundan sakınmalıydı, alnı secdeye değene sert cümle kurarken yutkunmalıydı... Üstelik haberler “Ey inananlar! Size fasık bir adam haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de yaptığınızdan pişman olursunuz.” ayetiyle uyardığı için Allah’a bir kere daha hamd ettiren ve Malcolm X’in ifadesiyle dikkatli davranılmadığında mazlumlardan nefret ettirip zalimleri sevdiren bir medyadan geliyorsa... “Nereden biliyorsun?” Böyle demişti ehil birisi, “Seviyemizi korumak ve yükseltmek adına bize bir ‘Nereden Biliyorsun?’ yasası şart.”
Niyet okumak, safları bölmek demekti. Her vakit namazında aynı safta secdeye vardığı birisine, hayırlı davranışlarının aslında bir çıkardan kaynaklandığını düşünüp samimiyet testi yapmak, kendi inandığı gibi inanmıyor diye kendi nefsinden önce başkasının dindarlığını sorgulamak, “Ümmetimin ihtilafında rahmet vardır” hadisine sırt dönmekti, ihtilaf kelimesini ihtirak olarak anlamaktı. “Keçi boynuzu yemesini bilmek bir erdemdir.” demişti arif bir zat, “Hele ki ortada bir sürü saf odun varken keçiboynuzunun dibindeki o bir dirhem balın hatırını bilmek büyük bir erdemdir.”
Niyet okuyan kendini ifşa etmekten başka bir şey yapmaz da aslında. Çünkü kişi kendini bilir, başkasını da kendi gibi bilir. Nefsinin kusurlarını örtbas etmeye çalışanın başkalarında aradığı kendi günahının izinden başka nedir? “Biz de aynı sokaklarda dolaşıyoruz evladım” demişti Sami Efendi, kendisine sokakların kötülüğünden, belki de kendi izlerini görmekten şikayet edenlere, ve eklemişti: “Ama biz hiç bir şey görmüyoruz.”
Niyet okumanın bir sonucu da muhtaca yardım etmeyi kesmekti. Zira meşhur meseldir; zamanın birinde bir adam çölde atıyla yolculuk ederken yaralı, susuzluktan ölmek üzere olan birini görür ve hemen yardım eder. Yarası sarılmış ve susuzluğu giderilmiş olan adamsa diğerinin atını çalar ve kaçmaya başlar. Yardım eden kişi bunu görünce arkasından bağırır: “Sakın bunu kimseye anlatma.” Atı çalan bu cümleyi duyunca durup sorar “Atını çalıp seni çöl ortasında çaresiz bırakmışken tek isteğin bunu kimsenin duymaması mı?” Güzel adam “Evet” der, “Çünkü bunu anlatırsan korkarım insanlar artık çölde gördüğü yardıma muhtaç kimselere yardım etmeyi kesiverirler.”
Bir bilenden dinlemiştim: “Müslüman basiretli olmalı” demişti, “Ama mevzu güvenmek, aldatmak ya da aldanmaksa Rabbimin huzuruna Müslüman bir kardeşimi aldatmış olarak gitmektense aldanmış olarak gitmeyi tercih ederim.”
Hasılı kelam, keçi boynuzu yemesini öğrenmek gerekiyor biraz. Niyet okuduğumuz her seferinde, Elçilerin Efendisi’nin Üsame b. Zeyd’e “Keşke daha önceden değil de bugün iman etmiş olsaydım da böyle bir günahım olmasaydı” dedirten o sorusu yankılanmalı yüreğimizin derinliklerinde: “ Hel şakakte kalbehu?” (Kalbini yarıp da baktın mı?)” Vesselam…