
Din hiç kimseye kendi benimsediği din ölçüleri hasebiyle ön yargı ve direkt yargıda bulunmamayı, aynı oranda hiç kimsenin senin dinine müdahale etmesini kabul etmemeyi ve farklılıklarla birlikte bir huzur toplumunda yaşamayı ön görüyor aslında.
Azizim, biz eskiden evlerimizde bekar hanım kızlarımız olduğu vakit, cumbalarımızın önüne sarı menekşeler dikerdik. Delikanlılar evin önünden geçerken o çiçeği gördüklerinde adab-ı muaşerete uygun adımlarla yürürlerdi evlerimizin önünden...
Biri karşıma geçse ve böyle dese “Hadi canım!” deyip gülerdim herhalde... Neden mi? Mehmet Altan’ın “Kent Dindarlığı” isimli kitabı ile hemhalim bu günlerde. Çünkü bu eskilerde kaldığı düşünülen din ve edeb ikilisinin, neden günden güne kaybolduğunu tefekkür ediyorum. Neymiş bu kent dindarlığı, dindarlığın köylüsü-kentlisi olur muymuş, vesaire...
Peki neymiş bu kent dindarlığı? Buna iki kelime ile cevap vermek gerekirse; “Osmanlı dindarlığı” denilen hadisedir. Din hiç kimseye kendi benimsediği din ölçüleri hasebiyle ön yargı ve direkt yargıda bulunmamayı, aynı oranda hiç kimsenin senin dinine müdahale etmesini kabul etmemeyi ve farklılıklarla birlikte bir huzur toplumunda yaşamayı ön görüyor aslında.
Toplumumuz muhafazakarlaşmak ile demokratikleşmek arasında sıkışıp kalmış gibi lanse ediliyor. Dinin aslında mantık ile demokratikleşmeye ne derece zemin hazırladığını bir türlü kavrayamıyoruz. Birileri uzaya bilmem kaçıncı uydusunu gönderirken bizler hâlâ İran modeli, Pakistan modeli ile kendi örtümüzü kıyaslıyoruz. Çünkü dini unsurlara toplum rejimi için tehlike olabilecek gözüyle bakılıyor.
En büyük günahın “cahillik” olduğunu söyleyen bir dinin mensubuyuz ve Peygamberimiz ‘in (sav) “Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.” sözüne mukabil büyük bir hoşgörü besliyoruz kalbimizde. Kur’an-ı Kerim’in evlerde -sanki bünyeye yan etkisi olan zararlı bir ilaçmışcasına- çocukların ve gençlerin ulaşamadığı yerlerde saklanmadığı, otobüslerde meal ve Kur’an okumanın normalleştiği bir hayatı yaşamak için yaşamalıyız bu hayatı...
İnsana dinin gereği olarak önce insan olduğu için değer vermek, ülkenin en büyük otellerinin odalarında kıblenin yönünü belirten ibareler görmek, aynı odaların dolaplarında sahih mealler bulmak, dini bir rant aracı olarak kullanmamak, imamlarımıza felsefe, sosyoloji, yabancı diller, uluslar arası ilişkiler gibi konularda donanım sağlatmak, üniversitelerde önemli olanın başını açmanın ya da kapatmanın değil, beyin kapasitesi olduğunu anlamak kentte vicdani dindarlığı yaşamanın öncülüğünde olur ancak... Yaklaşıyoruz inşaallah. Ben umutluyum. Bizim jenerasyon kent dindarı olup, her türlü donanıma sahip olup, tüm bunları İslam olmuş olarak yaşayıp, yarının Türkiye’sini kuracak... Ha gayret!