Tek bir kitapla satranç konusunda uzmanlaşamayacağımızı düşünmemizin sebebi okurken ve hatta okuduktan sonra konu üzerine beynimizi fazla zorlamamız olacaktır. Aslında üzerinde iyi düşünülür, okunulan kitabın hakkı verilirse, kitap insanı bulunduğu noktanın çok ilerisine taşıyabilir.
Bir GSM operatöründe çalışan arkadaşım bana şu ilginç istatistiği söylemişti; “her cep telefonu kullanıcısı ortalama on beş saniyede bir telefonuna bakıyor.”
Ne ilginç bir malumat değil mi? Ne derece doğrudur bilemem lakin telefonla yatıp telefonla kalkan insanları gördükçe aklıma yatmıyor değil. Aslında yenilenme, güncellenme ve adapte olma ihtiyacımızın ne boyutta olduğunun acı bir tezahürüdür bu istatistik. Öyle ki, artık bilgiler bize az geliyor, her an yeni bir haber, yeni bir bilgi ile beynimizi meşgul etmeye muhtaç kalıyoruz. Beyin, fıtratından ötürü her an meşgul olmak zorunda. Düşünecek ya da bağlanacak… Yani ya düşünecek ya da kendisinin yerine bir başka beyin düşünecek. İkinci durumun ne denli aşağılayıcı gözüktüğünün farkında mısınız? Aşağılayıcılığa rağmen çoğumuz – hatta birkaç müstesna beyin dışında hepimiz – bu ikinci duruma tabiyiz. Şu an dahi, daha önce sizin yerinize âcizane düşünmüş olan bendenizin düşüncelerine rapt olmuş durumdasınız. Yani aslında okumak da her ne kadar entelektüel bir çaba gibi gözükse de aslında düşünmeyi kendimiz yerine bir başkasına teslim etmektir.
Düşüncelerinizi kime teslim ettiğinize dikkat edin! Zira artık medya ve türevleri başta olmak üzere birçok kurum durumun farkında ve bunu bir hipnotize aracı olarak kullanıyor. Hipnotize ettiği beyni keyfine göre dolduran bir psikiyatra ne ceza veriliyor bilmiyorum lakin ben bugüne kadar bu sebeple ceza almış bir tane medya kuruluşu ya da yazar gördüğümü hatırlamıyorum.
Çoğu insan rastgele okur. Hatta sorsanız neden okuduğunu dahi bilmez, yalnızca öteden, beriden duyduklarını tekrarlayarak bu soruyu geçiştirir. Çok okuyan ve fazlasıyla fikir sahibi olduğunu düşündüğümüz şahsiyetler de çoğunlukla böyledir. Esasen kendileri üretmez ve üretemeyen beyin sürekli tüketmeye muhtaç olduğu için kitap tüketir. Okumayın demiyorum, bilakis okuyun fakat öncesinde hangi kitabı, nasıl okuyacağınızı bilmelisiniz.
Okumak bir nizam çerçevesinde olmalıdır. Okur, neden okuduğunu bilmeli ve hatta okuduktan sonra nerede olacağını planlamalıdır. Sizi fikir sahibi yapmayacak ya da mevcut fikirlerinizi ileri taşımayacak okumalardan kaçının!
Ne okuyacağınızı bir bilene sormaktan çekinmeyin. Ne okuyacağınıza karar verdikten sonra nasıl okuyacağınıza karar vermeniz gerekiyor. Fiziksel şartlar veya hız konusunu açıklamak bir kenarda dursun biraz okuduğunu algılama ve faydalanabilme üzerinde durayım. Bu hususta ufak bir alıntı yapacağım:
Stefan Zweig’ın Satranç isimli kitabını okuyanlar hatırlayacaktır, okumayanlar için hülasa edeyim; Nazi kuvvetleri esir aldıkları avukatı, kendi sesinden başka iletişime geçebileceği hiçbir mahlukâtın bulunmadığı bir odaya hapsediyorlar. Bunun dışında başka bir işkence de yapmıyorlar. Avukat, ilk günler diğer mahpusların halini düşününce kendi mahbesinin tatil mekânı sayılacağını düşünüyor. İlerleyen günlerde ise hiçliğin yaşanabilecek en büyük işkence olduğunu fark ediyor. Olay akışı içerisinde çaldığı bir satranç kitabı ise kendisinin satrançla münasebetinin başlangıcı oluyor. Kitabı inceledikten sonra sürekli satranç üzerine düşünmeye başlıyor. Birkaç haftanın akabinde avukat, satranç hususunda uzmanlaşıyor.
Tek bir kitapla kaçımız satranç gibi zor bir oyun üzerinde uzmanlaşabiliriz? Gözünüz kesiyor mu? Açıkçası benim kesmiyor. Peki, bu ufak alıntının neresinde nasıl okumamız gerektiği anlatılıyor? Açıklayayım; tek bir kitapla satranç konusunda uzmanlaşamayacağımızı düşünmemizin sebebi okurken ve hatta okuduktan sonra konu üzerine beynimizi fazla zorlamamız olacaktır. Aslında üzerinde iyi düşünülür, okunulan kitabın hakkı verilirse, kitap insanı bulunduğu noktanın çok ilerisine taşıyabilir.
Bir kitabın sayfalarında ancak okuduğumuz kadarını sindirebildikten sonra devam etmeliyiz. Nasıl ki insanların sindirim sistemleri farklı çalışıyor, düşünme sistemleri de öyle. Kimi bir hakikati beş, on dakika içerisinde sindirebilirken kimi algılamaya ömür harcıyor. Fakat kısas şu ki, okuduktan sonra algılamak, düşünmek, hakikat mi yanlış mı olduğuna karar vermek, hakikat ise mevzu üzerine yeni fikirler üretmeye çabalamak, yanlışsa düşünce sisteminize uygun şekilde tashih etmek… Bu şekilde okumanın fazlasıyla faydalı olacağını düşünüyorum.
Artık yeni bilgi edinmeye hazırsınız. Ne duruyorsunuz?