Allah’ın her şeyi görüp bildiği şuuru, öz disiplin adına son derece etkili bir bilinç hâlidir. İnsanı uyanık tutan ve onu rastgele bir hayat sürmekten alıkoyan bir tesire sahiptir. Bu sebepledir ki, insan terbiyesinde başarıları tescil edilmiş âriflerin ve mürşidlerin özel terbiye metotları arasında hususi bir vird olarak uygulanagelmiştir.
İnsan sadece dışarıdan yönetilen bir varlık değildir. Diğer bir ifâdeyle, kurulmuş bir robot değildir. O, irâdesi olan bir varlıktır. Hatta irâdesi, Yüce Yaratıcısı tarafından ciddiye alınan ve kendisine çoğu zaman ona göre yol ve yön çizilen, imkân tanınan, güç ve kudret verilen çok özel bir varlıktır. Kur’ân-ı Kerim’de bu hususa şöyle işaret edilir:
“Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de âhiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz.” (Âl-i İmrân, 145)
Bu yönüyle irâde, yeni yeni var oluşların ve imkânların anahtarı gibidir. Gelecek inşasının en etkili adımıdır. Bu itibarla da insan için çok büyük bir hazinedir. Bu büyük sermâyenin rastgele kullanılmaması, doğru yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun için de ciddi bir “öz disiplin”e ihtiyaç vardır.
İnsan, unutkan bir varlıktır. Hedeflerini, önceliklerini, uzun vadede kendisi için nelerin daha önemli olduğunu, ebedî istikbâlini ve hatta kendisini yoktan var eden Rabbini bile unutuverir. Âhiretini dünyaya satar. Bâki olanı fânî olanla değişir. Yine o kendi hâline bırakılacak olsa, içinde/nefsinde cereyan eden kötülük fısıltılarının kurbanı olur. Oyun, eğlence ve vurdumduymazlık içinde gayesiz bir varlık hâline dönüşür. Ulvî değerlerin peşinde koşmak yerine, hazlarının tutsağı hâline gelir. Bu hâle düşmemek için, kendi iç disiplinini oluşturmaktan başka çaresi de yoktur. Zira dış kontrol ve disiplin her zaman için mümkün olmayabilir. Hem dış disiplin, çoğu zaman insan onurunu zedeleyen bir husustur. Öyleyse kişiliğimize bir “öz disiplin şuuru” zaruridir. İşte Yüce Rabbimizin eğitim müfredâtında, insanın bu yönünü terbiye adına “çok yönlü murâkebe sistemi” tesis edilmiştir.
Bu sistem, insanı çok yönlü olarak kendi kendine disipline eden özel bir sistemdir. Onun iradesini, düşüncesini, duygu ve davranışlarını kontrol altına alır. Hem iç dünyasını, hem de dış dünyasını organize eder.
“Çok yönlü murakabe sistemi” ancak Allah’a ve âhirete tam bir îmânla devreye girer. Allah’a karşı hayatının hesabını verme bilinci üzerine inşa edilir. Bu sistemin sıhhatli çalışması ve sonuç vermesi için belli başlı murakabe daireleri oluşturulmuştur:
Birinci daire: Allah’ın gizli ve açık her şeyi bildiğinin farkında olmaktır. Kur’an baştan sona bu şuuru inşa etme adına çok sayıda âyete yer verir. İlgili âyetlerden birkaçı şöyledir:
“Göklerde ve yerde olanları, Allah’ın bildiğini bilmiyor musun? Üç kişi gizli konuşsa mutlaka dördüncüsü O’dur. Beş kişi gizli konuşsa mutlaka altıncısı O’dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunursalar bulunsunlar mutlaka O onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.’’ (Mücâdele Sûresi, 7)
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Sûresi, 16)
Allah’ın her şeyi görüp bildiği şuuru, öz disiplin adına son derece etkili bir bilinç hâlidir. İnsanı uyanık tutan ve onu rastgele bir hayat sürmekten alıkoyan bir tesire sahiptir. Bu sebepledir ki, insan terbiyesinde başarıları tescil edilmiş âriflerin ve mürşidlerin özel terbiye metotları arasında hususi bir vird olarak uygulanagelmiştir. Esasen bu bilinç hâli bile tek başına öz disiplini sağlamaya yeterlidir. Ancak bu hâli yakalamak her zaman kolay değildir. Bu itibarla daha başka murakabe daireleri de devreye sokulmuştur.
İkinci dâire: Yapıp ettiğimiz her davranışın ve söylediğimiz her bir sözün görevli melekler tarafından kayda alındığının şuurunda olmaktır. Bu şuuru oluşturan âyetlerden birkaçı şöyledir:
“Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar (kirâmen kâtibîn) vardır. Ne yapıp ettiklerinizi bilirler.’’ (İnfitar Sûresi, 10-12)
“Biri insanın sağ tarafında, diğer biri de sol tarafında oturmuş iki alıcı melek (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedirler. İnsan ne zaman bir söz söylecek olsa, hemen onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek mutlaka vardır.’’ (Kaf Sûresi, 17-18)
Bu kayıtlar hemen her şeyi zaptetmektedir. Nitekim bir başka âyette kıyamet günü bu kayıtlara muttali olan insanın hayreti şöyle bildirilir:
“Amel defteri ortaya konulmuştur. Suçlu günahkârların onda yazılı bulunanlardan titreyerek korktuklarını görürsün. «Eyvah bize, bu nasıl bir defterdir ki, küçük büyük bir şey bırakmayıp hepsini sayıp dökmüştür!» derler. (Dünyada) işlediklerini (önlerinde) hazır bulurlar. Rabbin hiçbir kimseye haksızlık etmez.” (Kehf Sûresi, 49)
Rabbimizin kullarını terbiye için gönderdiği Yüce Kitabı’nda ortaya koyduğu bu “çok yönlü murakabe sistemi”, insanın yüreğine öyle bir “öz disiplin şuuru” yerleştirir ki, bu şuur sayesinde ciddi bir irade terbiyesi gerçekleşmiş olur. Bu terbiye sayesinde de insan, hayatını rastgele kullanarak israf edemez.
Üçüncü daire: Kendi uzuvlarımızın şahitlik edeceği gerçeğinden haberdar olmaktır. Artık kişinin yalanlayamayacağı ve asla inkâr edemeyeceği sâdık şâhitlerdir bunlar. Kur’ân bu şâhitlikten de şöyle haber verir:
“İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”(Nur, 24)
“O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Ne yapıp etmişler ise bize elleri söyler, ayakları (ve diğer uzuvları) da şâhidlik eder. (Yasin, 65)
“Nihâyet oraya geldikleri vakit, onların aleyhine ne işlemiş olduklarına dair kulakları ve gözleri ve derileri şahadette bulunmuş olur. Onlar derilerine, «Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?» derler. Derileri de: «Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.» diye cevap verirler.” (Fussilet, 20-21)
Dördüncü dâire: Üzerinde yaşanılan mekânın şâhitlik edeceği bilincine ermektir. Rabbimiz şöyle buyurur:
“Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman, O gün (yeryüzü) bütün haberlerini anlatacaktır.” (Zilzâl, 1-4)
Beşinci dâire: Ölüm gerçeğinden kaçmanın imkansız olduğu ve Rabbin huzuruna bir gün mutlaka çıkarılacağının kesin bir inanç olarak yüreklere yerleşmesi gerçeğidir. Kur’ân-ı Kerim’de en çok üzerinde durulan murakabe esaslarından biri de budur. Zira ölüm tefekkürü, gel-geç sevdâların gözde ve gönülde değer yitirmesine vesile olan ve insanı Allah’a ve ahirete yönlendiren en etkili vasıtalardan biridir. Meselâ şu âyetleri okuyan ya da dinleyen bir kimsenin yüreği nasıl titremez?
“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır...” (Nisâ Sûresi, 78)
“De ki: “Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka sizi yakalayacaktır. Sonra, görünen âlemi de, görülemeyen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz. O da size yapmakta olduklarınızı (tek tek) haber verecektir.” (Cuma, 8)
İşte Rabbimizin kullarını terbiye için gönderdiği Yüce Kitabı’nda ortaya koyduğu bu “çok yönlü murakabe sistemi”, insanın yüreğine öyle bir “öz disiplin şuuru” yerleştirir ki, bu şuur sayesinde ciddi bir irade terbiyesi gerçekleşmiş olur. Bu terbiye sayesinde de insan, hayatını rastgele kullanarak israf edemez. Kendisini ve imkânlarını en güzel bir şekilde organize etme becerisi kazanır. Başkalarının güdümünde oyuncak haline dönüşmez.