Yerinde duramaz. Teşebbüs adamıdır. Teşebbüs eden ayağa kalkmak zorundadır. Ayağa kalkan fark edilir. Fark edilen bir şey söylemek, bir şey yapmak zorundadır. Kim bir şey söyleyecek, kim bir şey yapacaksa, bunu projelendirmek zorundadır, çünkü zaman proje zamanıdır. Proje, belirli bir kaynakla, belirli bir zamanda diğer hayatlara dokunan işler yapmak ve böylece ucu bucağı belli olmayan, belirsiz kazançlara atılmak işidir. Proje adanmış zaman, adanmış insan ve adanmış imkân ile olur.
Sevdiğimiz bir nüktedir: “Fakirde eskiden gurur, kibir vardı; şimdi, dört dörtlüğüz elhamdülillah…” Bizim dört dörtlük olmadığımız kesin de kim dört dörtlüktür acaba, bunu Allah’tan başka kim bilir? Bilinen şudur ki dört dörtlük olmak öyle kolay bir iş değildir, herkese nasip olmaz. Bu satırların yazarı da dâhil çok fani bunun hasreti ile yaşayabilir, hatta dört dörtlük olmak için sistematik bir gayretin içine de girebilir ama bu iş gayretin -çok değil az- ötesine düşen bir nasip işidir. Kaldı ki gayret de sistem de nasip kadardır, bu ise apayrı ve derin bir mevzudur ki ne ilmimiz ne de nefesimiz oraya dalmaya yetmez, geçelim.
Dört dörtlük olmak ve sonra dört dörtlük adam çıkarmak bir peygamber mesleğidir. Ücreti yoktur. İlk şartı da ücretsiz çalıştığını beyandır. Hiç gösterişe gelmez. Bu mesleğin mensupları kıyıda köşede kalmış, sessiz, derinden çalışan ve çok zaman da garip/gurebadan sayılan ilginç tiplerdir. Bu garipler umum hedefleri değil insan evladını adam etmeyi en büyük kahramanlık saydıkları için kıymet ölçüleri herkes gibi değildir. Onlar herkes gibi bakmaz, herkes gibi düşünmez, herkes gibi davranmazlar. Onlar baktı mı, nazarları, adam edecekleri adamın tâ ciğerine düşer. Onlar düşündü mü, adam edecekleri adamın tâ yedi ceddinin ahiretini düşünür. Onların muamelesine, burası ya da ötesi değil, hepimizi yaratanın “kendim için seçtim” diye vasıflandırdığı adamın arayışının ışıltısı düşmüştür. O yüzden farklıdırlar. Farklarının fark edilmesini de istemezler, çünkü dört dörtlük olma ve oldurma işi öyle davul zurna ile çalınarak değil, aksine zahirde bigâne derunda aşina olunarak yapılacak mahfi bir iştir.
Onlardan olana da, onları tanıyıp seçene de aşk olsun, biz şimdilik hasret ile iktifa edelim. Evet, dört dörtlük adam hasreti de mübarek bir şeydir; adam hasreti ile yaşayan, hayata bu çerçeveden bakan adam sayısı da azın azıdır. Biz dört dörtlük adam olamamış ve fakat o adamın hasretini kıyısından köşesinden tatmışlar olarak, olmayı ya da görmeyi arzuladığımız adam tipinin dört farik vasfını burada kayda geçelim. Geçelim ki bu kayıt arşa yükselen duamız olsun. Kim bilir belki bu dua bizi sonra, adam olamasak da adam bulmak ya da adam gibi adamların hasreti ile yaşamak sevdasının yanına iliştiriverir, bu da hakkımızda hüsnü şehadet olur, akabinde de üstüne “vecebet” mührü vurulur, işte o zaman bize de bizi sevene de bayram olur.
Adam dediğimiz adam dört dörtlüktür. Dört dörtlük adam, dört köşesi olan adamdır:
1. İstanbul Efendisi’dir: İstanbul Efendisi, bitmiş ya da sönmüş değil, durdurulmuş, engellenmiş, dolayısı ile daha son sözünü söylemememiş bir medeniyetin insan tipidir. Naziktir, nezihtir, naziftir. Mensubu olduğu medeniyetin bütün ayırt edici vasıflarının her azasında izi görülen insanıdır. Gözü ibretle bakar. Yüzü Allah’ı hatırlatır. Sözü hikmettir. Susuşu ibrettir. Muamelesi incedir. Duruşu vakurdur. İncelik, zariflik ve hassasiyet bütün davranışlarındaki temel çizgidir. Kimsenin kendisinden incinmediği bir ölçü insanıdır. Bulunduğu ortama ferahlık verir. Kimseye yük olmaz. Kolaylaştırmayı esas alır. Canlı cansız herkes ondan razıdır, çünkü o evvelemirde kendinden, içine geldiği cemiyetten, ortasına atıldığı zaman ve mekândan razıdır. O mekân illa İstanbul mudur? Yaşadığı şehir başka bir yer olabilir. Ama o, insanlığın muhtaç olduğu kadim kurtuluş çağrısını yeniden sözlerin en üstüne taşıyacak o durdurulmuş medeniyetin başkentinin sakini olması itibarıyla İstanbulludur. Bu anlamda o, “300 senedir bizi bekletiyorsunuz, çok olmadı mı?” diyen Hindistanlı kasiyer ya da “Siz hep böylesiniz, hep gariplerin yardımına koşarsınız!” diyen Gineli kadın kadar İstanbulludur.
2. Hakk’ın kölesidir: Şeriat-ı Garra-ı Ahmediye yani Rasulullah Efendimiz’in parlak yolunun hizmetindedir. O yol, şeş cihetten gelen, şeş cihete yönelen öyle benzersiz bir ölçüdür ki bütün ölçüler onunla ölçülür. O yolda yürümek hayatının gayesidir. Bu gaye ne sadece didaktik bilgilerin ezber ve talimidir ne de ayağa kaldırıp harekete geçirmeyen amaçsız heyecanların tüketimidir. Vaktini ona göre tanzim eder. Muamelesini onunla belirler. Yemesi, içmesi, konuşması, susması, okuması, yazması, yürümesi, koşması, kısacası bütün hayatı şeriat dediğimiz o sonsuz mutluluğun kaynağından sulanır. Kimine göre mütedeyyin, kimine göre muhafazakâr, kimine göre dinci, kimine göre müteşerridir. Başkalarının ne dediği çok mühim değil; o kendisini, Hakk’ın yolunda, O’nun ismini yüceltme hizmetinde görmektedir. Emniyet temel vasfıdır. Hayret vadisinde gezen idraki, bütün küreyi içine alacak kadar geniş bir vicdanı vardır.
3. Dertlidir: Acaba kendisinden murat nedir? Kapasitesini istenilen ölçüde kullanabilmekte midir? Neden bu insanlar arasında, neden bu zamanda ve mekânda gelmiştir? Ancak Hakk’a malum bu soruların cevabının, kendisinin bu kadar insan içerisinde artı bir olarak yaratılışı ile bir bağlantısı olduğunun farkındadır. O zaman ne yapmalıdır? Allah’a kul olmanın en büyük makam olduğunu bilir ve buna ermek için gayret eder. Hayatını, dava diye mübarek bir kelimenin peşine takmakta bir an bile tereddüt etmez. “Evim, ailem, işim tamam da davaya ne katıyorum?” sorusunu bir an bile özünden eksik etmez.
4. Aktif ve müteşebbistir: Yerinde duramaz. Teşebbüs adamıdır. Teşebbüs eden ayağa kalkmak zorundadır. Ayağa kalkan fark edilir. Fark edilen bir şey söylemek, bir şey yapmak zorundadır. Kim bir şey söyleyecek, kim bir şey yapacaksa, bunu projelendirmek zorundadır, çünkü zaman proje zamanıdır. Proje, belirli bir kaynakla, belirli bir zamanda diğer hayatlara dokunan işler yapmak ve böylece ucu bucağı belli olmayan, belirsiz kazançlara atılmak işidir. Proje adanmış zaman, adanmış insan ve adanmış imkân ile olur. Bunları bulmak için harekete geçer, ayağa kalkar, sorar, soruşturur, iş yapar, harekete geçirir. Hep zaten kıpır kıpırdır. Dünya böylesini sever, ama o bu platonik aşkı öz amaçları için değil aşkın ve aşkının derdi için kullanır.
Evet, dört dörtlük adam budur: İstanbul Efendisi, Hakk’ın kölesi, dertli, aktif ve müteşebbistir. Adam olmak derdi taşıyanlar, “niyet ettim adam olmaya” diye niyet edenler, işe işte tam bu dört koldan girişsinler.