Maksat; Suriye vb. konularda mezhepsel yakınlık hisleri ile hareket edenlere, aslında böyle bir şeyin hiç mi hiç var olmadığını izah etmek… Diyelim ki; başka herhangi bir yerdeki, herhangi bir zulüm düzeniyle; dini, mezhepsel, ideolojik vb. bir yakınlığımız var… Buna dayanarak zulmün yanında mı yer alacağız? Yoksa insanlığımıza dayanarak hak ve adaletin yanında mı?..
Arap Baharı’nın “şimdilik” son halkası olan Suriye devrimi nedeniyle; hayatımıza daha önce pek sık duymadığımız yeni bir kelime girdi: Nusayrilik. Halihazırda Suriye’de; aslında azınlıkta olan Nusayriler, Esedlerin yönetimindeki Baas rejiminde Sünni çoğunluğa tahakküm etmekteler. Nitekim ağırlıklı olarak Sünni unsurların ön plana çıktığı Suriye direnişinde, ülkede baskı gören diğer dini veya etnik grupların aksine; Nusayriler, Esed rejimini desteklemeye devam ediyorlar. Nusayrilerin rejimle kurmuş oldukları kader birliği nedeniyle kendilerinden beklenen ve kendi içinde tutarlı bir tavır. Ancak bir de Türkiye’de Esed rejimine destek verenler var. Bunlar iki kısım. Açıktan destekleyenler; kendilerini, Türkiye Alevilerinin temsilcisi gibi gösterme derdinde olan bir siyasal partinin yöneticileri. Onlar kadar açıktan olmasa da Türkiye’de Esed rejimini destekleyen ikinci grup ise İslamcı kesim içinde “İrancılar” olarak da tanımlanan küçük ama etkin bir topluluk. Bu ikinci grubun derdi mezhep istismarcısı partide olduğu gibi doğrudan iç politik hesaplar değil; İran’ın duruşu. Çünkü İran, Esed rejiminin en büyük hamilerinden biri ve rejime verdiği desteğin sebebi; Türk kamuoyunun çoğunluğunun sandığı şekilde mezhebî yakınlık değil, uluslararası ilişkilerde yaşanan güç mücadelesi. Çünkü İran, Suriye’yi; kendisine karşı Batı ve İsrail’den gelebilecek müdahalelere siper olarak kullanıyor ve bu kaleyi kaybetmek istemiyor. Zaten Şii dünyanın lideri İran, aslında zannedildiği gibi “Arap Aleviliği” olarak da tanıtılan Nusayriliği, hak mezhep olarak bile görmüyor. Ki bu; Nusayriliğin inanç esasları incelendiğinde kendileri açısından gayet sağlıklı bir yaklaşım. Asıl problemli olan Türk kamuoyunun bu konudaki algısında. Çünkü feci şekilde yanıltılıyoruz. Türkiye’de mezhepsel aidiyet hisleri nedeniyle bu rejimi destekleyenler hiç de zannettikleri gibi Nusayrilikle yakın değiller birbirlerine. Öyle sanmalarının nedeni maruz kaldıkları propaganda.
Bu inancın; Anadolu Aleviliği’nin “Ehli Beyt” sevgisiyle uzaktan yakından alakası yok. Nusayrilik tarihi incelendiğinde; Hasan Sabbah’ın inanç mühendisliğine benzer bir yapıyla karşı karşıya bulunulduğu gözden kaçacak gibi değil. Nusayrilik, İsmâilîlik, Dürzîlik ve Hıristiyanlığın; Şiîlik mezhebi çatısı altında harmanlanmasıyla ortaya çıkmış bir inanç. Kurucusu Abu Şu’ayb Muhammed bin Nusayr. Zaten inanç da adını kurucusundan alıyor. Dünyadaki yaklaşık 3.000.000 Nusayrî’nin 2.500.000’inin Suriye, 100.000’inin Lübnan ve 350.000’inin Türkiye’de yaşadığı sanılıyor. Nusayrîler, Suriye nüfusunun sadece % 11’ini oluşturuyorlar.
Nusayriler, Kur’an-ı Kerim’im yanı sıra “Kitâb el-Mecmû” islimli bir “çalışma”yı da kutsal kitapları kabul ediyorlar. Ancak Kuran-ı Kerim’i; kendilerini bir şekilde İslam’la ilişkilendiren bütün Batınî inanç grupları gibi kendilerince yaptıkları “Batınî” yorumlara göre uyguluyorlar. Nusayrilik, İslam’ın yanı sıra o bölgede taraftar bulmuş; Hıristiyanlıktan Mitra dinine kadar hemen her inançtan bazı öğeler almış. Mesela Nusayrilikte; antik bir din olan «Mithra» inancından günümüze ulaştığı sanılan bir “saklı öğreti / sır” anlayışı mevcut. Ali, Muhammed, Salmân-ı Fârisî isimlerinin baş harflerinden oluşan Ayn-Mim-Sin harfleri Nusayriliğin inanç şifreleri kabul ediliyor ve «Sır» adı verilen bu bilgi, sıradan Nusayrilerce dahi bilinmiyor. Zaten Nusayrilerle, çoğu zaman mutedil bir ehlibeyt sevgisinden ibaret olan Anadolu Aleviliğini ayıran en temel nokta da (yani işin sırrı) burada. Buna göre: “Nusayriler; “Allah’ın bazen insan sıfatıyla ortaya çıktığına ve dünyaya en son geldiği zamanki sıfatının Hz. Ali olduğuna” inanıyorlar. Yani kısacası diyorlar ki (Haşa) “Hz. Ali tanrıdır”. “Ne doğurmuş ne doğrulmuştur. Yerler ve göklerin yaratılmasından önce de var olmuştur sonra da var olacaktır”. Bu bağlamda şehâdet kelimeleri dahi: “Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehâdet ederim” şeklindedir. Hz. Ali, kendi nurundan(haşa) Hz. Muhammed’i (s.a.v.), O da Hz. Selman’ı yaratmış, sonra her üçü birlikte bütün kâinatı yaratmışlardır.” Hıristiyanlıktaki teslis inancına göndermeler içeren bu “sır” Nusayrilerce; sadece Nusayri olmayanlardan değil, ehil olmayan sıradan Nusayrilerden dahi saklana gelmiştir. Çünkü sırrı bilmek için “ermek, eve giden yolda olmak” şeklinde ima edilen farklı hususiyetlere sahip olmak gerekiyor. Nihayetinde bu “sır” 19. yüzyılın sonlarında, Nusayrilikten Hıristiyanlığa geçen; Adanalı Süleyman Efendi’nin, Nusayriliğin kutsal metni kabul edilen Kitab-ul Mucmu’yu yayınlamasıyla öğrenilebilmiştir. (Sırrı ifşa eden Süleyman Efendi ise bu suçundan dolayı Nusayrilerce Tartus’da feci şekilde öldürülmüştür.)
Keza; Nusayriliğe göre Güneş; Hz. Muhammed’i (s.a.v.) Ay; Hz. Ali’yi temsil ediyor. Bu yüzden Nusayriler Ay’a sövmeyi ve Ay’a gidildiğine inanmayı günah sayıyorlar. Erkek, 8-10 yaşından büyük ve ölümle karşı karşıya kalsa bile sır saklayabilecek nitelikte olmak, Nusayrîliğe giriş için gerekli şartlar. Nusayrilikte bu “sır tutma” meselesi o kadar önemli ki sır tutmayı bilmediklerini savundukları için kadınları, mezheplerine tam olarak kabul dahi etmiyorlar. Kadınların ve hayvanların ruhunun olmadığına inanmaları da bir başka gerekçe. Zaten Nusayriliğe göre; şeytanlar, insanların günahlarından; kadınlar da şeytanların günahlarından yaratılmışlardır. Nusayriliğe göre; şarap uluhiyyetin sembolüdür. Bu sebeple şarap ve şarabın aslı olan üzüm asmaları Nusayriler için kutsaldır. Nusayrilere göre; cennet de cehennem de bu dünyadadır ve erkekler reankarne (yeniden dünyaya gelme) olurlar. İlk üç halife ile birlikte Hz. Ayşe, Talha, Zübeyr, Muâviye, Yezîd ve Haccâc da İblis’in sembolleridir ve lanetlidirler… Nusayrilik’te namaz var(!). Ancak; abdest, secde, rükû, kıbleye yönelmek gibi şartlar aranmaz ve öğleden önce güneşin doğduğu, öğleden sonra güneşin battığı yöne dönülerek gerçekleştirilir…
Daha pek çok örnek var; yukarıda sayılanlara benzer. Ancak maksat; Suriye vb. konularda mezhepsel yakınlık hisleri ile hareket edenlere, aslında böyle bir şeyin hiç mi hiç var olmadığını izah etmekten ibaret. O yüzden bu kadarı kâfi. Ancak şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim: Hadi diyelim ki; Suriye veya başka herhangi bir yerdeki, herhangi bir zulüm düzeniyle; dini, mezhepsel, ideolojik vb. bir yakınlığımız var… Buna dayanarak zulmün yanında mı yer alacağız? Yoksa insanlığımıza dayanarak hak ve adaletin yanında mı?.. Kişi insan olmadıktan sonra Müslüman, Hıristiyan, Sünni, Şii, Nusayri… olsa ne yazar? Sonuçta; insan olmayana din teklif edilmedi!..