“Hızla çoğalan aşırı şişen ama doğuramayan bir dünyanın bunaltısı bu!”
Çağımızın en önemli entelektüel figürlerinden. Felsefesiyle Matrix filmlerine ilham kaynağı olan bir adam. Yusuf Kaplan’ın ifadesiyle ‘çağımızın en cins düşünürlerinden’ olan bir adam. Ortaya attığı kavramlarla hâlen akademik camiayı heyecanlı tartışmalara itebilen bir düşünür. Kurumsal nihilist. Özgün, özgür ve özgül bir kişilik: Jean Baudrillard.
1929’da Reims’de doğar. Babası memurdur ve ailenin üniversite okuyan ilk ve tek evladıdır. Sorbonne Üniversitesi’nde Alman edebiyatı okur. Bir yandan lisede Almanca öğretmenliğine devam eder diğer yandan da sosyoloji üzerine doktora çalışmalarını yürütür. ABD, Japonya ve Türkiye başta olmak üzere konferans vermek için bir çok ülke dolaşır. 2001 yılından ölümüne kadar İsviçre’deki European Graduate School’da ders verir.
Simülasyon ve Tüketim Toplumu
Günümüzün en çarpıcı düşünürlerin başında gelen Baudrillard, kitaplarında esas olarak simülasyon, yığınların zihniyeti, öteki, baştan çıkarma, reklam, tüketim, sanal ve reel gerçeklik kavramlarını işler. Bu saydıklarımın hemen hepsine dair ayrı ayrı kitaplar yazmış ve kendi kavramlarını üretmiş birinden bahsediyorum. Simülasyon, onun ortaya attığı ve kendisinden sonra epeyce kullanılan bir kavramdır. Kitaplarını Türkçe’mize titizlikle kazandıran Oğuz Adanır, “simülasyon kuramı olmasaydı sarmal gelişmeyi dolayısıyla Osmanlıyı anlamamız oldukça güç olurdu” der. Üretimin rasyonel bir süreç olmadığını öne sürer mesela. Tüketicinin, reklam vb. yollarla aldatılmasını göz boyayıcı bir oyun ve hem üretimi hem de tüketicinin istediğini tehdit eden bir öğe olarak yorumlar. Bunu zihni yoracak derecede karmaşık bir şekilde izah eder. Yazının gücünü Baudrillard kitaplarıyla birlikte tekrar test edebilirsiniz. Edebi anlatımına kendisini eleştirenler bile hayrandır.
Körfez savaşı esnasında görüşlerine o kadar çok başvurulur ki adeta, kitle iletişim araçlarında bir ‘star’ olarak kabul edilir. 11 Eylül sonrasında da aykırı yorumlar yapmıştır: “Kapitalizme karşı yapılabilecek tek şey vardı, o da terördü.” Kendisi, fazlaca felaket tellalığı yapmakla eleştirilir. Aslında yaptığı felaket tellalığı değildi, o mevcut kaosun anatomisini çıkarıyordu. Ona göre her şey için geç kalınmıştır. ‘Olay’ giderilmiş, geriye sadece ‘durum’ kalmıştır. O’na göre gerçek bir felaket olmayacak, çünkü zaten sanal felaket koşullarında yaşıyoruz. Kendisi gündelik haberlerin tarihin yok olmasına hizmet ettiğini iddia eder.
“İnsanlığın Önündeki Tek Seçeneği Yok Ediyoruz”
Kendisi çağımızın en “imajinatif” ve “özgün” düşünürlerindendir. İnsanlığın içine sürüklendiği varoluşsal krizi en iyi tasvir eden, özgün bir söylem ve yazı dili geliştiren, milenyum çağını gören bir aydındır. Çağı güçlü eleştirel dil ile sorgulayan bir öncüdür.
Kendisi ‘kitle zihni’ ve ‘toplumsal cinsiyet’ üzerine sosyoloji derslerinde okutulabilecek kadar esaslı şeyler söylemiştir. 11 Eylül sonrası gündemden düşürülmeyen “İslam=Terörizm” algısını, “insanlığın önündeki tek seçeneği yok ediyoruz, İslam’ın terörle özdeşleştirilerek şeytanlaştırılmasının ve hedef tahtasına oturtulmasının insanlığın geleceği açısından yıkıcı sonuçlar doğuracağını düşünüyorum” diyerek sarsar.
Baudrillard oldukça kapsamlı, geniş hacimli bir düşünür. Onu tam manasıyla anlamak isteyenlerin onu okurken; felsefenin, sosyolojinin, psikolojinin, sinemanın ve hatta hayatın genel verileriyle karşılaştırarak okuması lazım. Kaleme aldığı birçok kitabı okuyan, hakkında yazılan onlarca metni inceleyen birisi olarak kendi şahsımın da tam anlamıyla onu anladığını söyleyemem. Baudrillard’ın yoğun göndermeli ve ağır terminoloji içeren metinleri titizlikle Türkçemize kazandırılmasaydı işimiz daha da zorlaşırdı.
Baudrillard, yüksek teknolojinin –özellikle bilgisayar, internet ve televizyonun- etkisi altında kalmış günümüz düzeninin ölümü yok saydığını (sekülarizm), insanların aynılaştığını (küreselleşme), tüketimin var olma nedeni olarak görüldüğünü (kapitalizm), hakikatin yerine sanalın inşa edildiğini (simülasyon), bir anlamda Tanrının öldürülmesiyle (Nietzsche) insanlığın metastazlarla* uğraşmak zorunda kaldığını, hakikatin ve insanın ölmeye başladığını söyler. Kısaca Baudrillard’ın sorunu, Batılı düşüncenin ürettiği ve kendisinin ‘ölümcül şiddet’ olarak tanımladığı tecrübeyle ilgilidir.
Kendisinin ilginç bir yönü de fiziğe, biyolojiye, tıbba ve matematiğe ait kavramları (hologram, metastaz, viral, anamorfoz, metamorfoz, fraktal) içinde yaşadığı düzeni anlamak için başarılı bir şekilde kullanmış olmasıdır.
Ayrıca Baudrillard hakkında Yusuf Kaplan’dan önemli bir bilgi alıyoruz; kendisi Katrharcı. Yani Hz. İsa’yı bir insan ve peygamber olarak kabul eden bir Hristiyan.
Baudrillard’a dair Külliyat Yayınları’ndan çıkmış bir kitabı olan yazar Ahmet Dağ’a kulak verelim: ‘‘Baudrillard bize de hitap etmektedir. Çünkü modernleşmeden onun ifadesiyle simülatifleşmeden bizim gibi toplumlar da özellikle İslam coğrafyası da nasibini almıştır. Dubai gibi hiper-gerçek bir dünya inşa ettiysek oraya gitmek Mekke’ye gitmek kadar bize otantik geliyorsa Baudrillard’ın ifade ettiği tehlike çanları bizim için de çalıyor diyebiliriz. Baudrillard bize yani Batı dışı toplumlara her şeyi berbat etmiş Batı’dan ibret almamamız gerektiğini ve yeni bir tecrübe üretebileceğimizi ve bize karşı bir ümit beslediğini söylemektedir. (Ama herhalde bu ümit boşa çıkacak gibi görünüyor.) Çünkü ona göre İslamiyet Batı değerlerini umursamayan, kendi değerlerini önemseyen, kendine özgü stratejisi ve özgün gücüyle Batıya karşı meydan okuyan bir tecrübedir.’’
Estetikleştirilmiş Müstehcenlik
Baudrillard diğer birçok konuda olduğu gibi, sanat konusunda da kışkırtıcı bir düşünürdür. Ona göre ruhu yok olan sanat yerini ‘trans-estetiğe’ bırakmıştır. Güzel ve çirkinin ötesine geçmiş sanat; her yerde sahteye, simülasyona ve açık artırmaya maruz kalan tehlikeli bir ticarileşme içindedir. Medya ve teknolojisi vasıtasıyla her şey gösterge sanayisine dönüşmüş ve müstehcen estetikleştirilmiştir. Yararsız hale gelen her sanat eseri ve her şeyi “ready-made” haline getiren, hiçlik sunan çağdaş sanat bizi anlamdan yoksun bırakmıştır. Baudrillard günümüz sanat anlayışından rahatsız olsa da, tıpkı Nietzsche gibi, hakikatin devam edebilmesi için sanatın önemli olduğunu düşünen biridir.
ABD’de Deleuze ve Foucault gibi isimlere kürsüler açılırken Baudrillard dışlanmıştır. Çünkü yazdığı ‘Amerika’ isimli kitap ile batının praksisi ve simülasyon düzeninin temerküzü olarak gördüğü ABD’nin temellerine yönelik ciddi eleştiriler yönelmişti. Peki sadece Avrupa’ya mı? 2005 yılında Lettre dergisine verdiği röportajdaki şu ifadelere kulak verelim: “Eski Yugoslavya’daki Müslümanların maruz kaldığı soykırım, Yeni Avrupa Düzeni’nin evrim sürecinde bir aşamadır. Etnik temizliğin infazcısı olan Sırplar, yeni biçimlenen bir Avrupa’nın öncülüğünü yapıyorlar.” 6 Mart 2007’de kendisini kaybettik, geriye hâlâ çokça konuşulan zihin dünyası ve kavramları kaldı.
* Tıbbı bir terim olan metastaz, kanser hücrelerinin yayılması sonucunda diğer dokularda oluşan hasar anlamına gelir. Baudrillard’ın buradan kastı, Tanrı’nın ölümü kabuluyle birlikte Batı’nın yeni problemler oluşturduğunu ve kendi oluşturduğu problemlerle uğraşmak zorunda kaldığıdır.