
Dinî itikat, uyumu olduğu kadar uyumsuzluğu, hoşgörüyü olduğu kadar, katı prensipleri ve bazen ayrımcılığı içine alır. İman etmenin karakteristiği, benzemezliği, karşı koyuculuğu, bir çırpıda hoşgörü ve sevgi denizinde eritilemez.
İnsan-ı kâmil ufkunun en büyük temsilcisi Peygamber Efendimize ve onun güzîde arkadaşlarına dil uzatan bedbaht bir kâfirin provokatif filmi, Müslüman dünyayı ayağa kaldırdı. Bir taşla on kuş avlamaya çıkan filmin bir bölümünün Youtube’da gösterilmesi Libya, Mısır ve Yemen’de Amerikan büyükelçiliklerinin basılmasına, gösterilerde onlarca kişinin öldürülmesine neden oldu. Yapılan hakaret, doğurduğu sonuçlar açısından küçümsendi; öfke, nefret, şiddet, ölüm, Müslümanlıkla özdeşleşen bir tablo gibi, bir kez daha zihinlere kazındı. Doğudan, batıdan komplo teorisyenleri boş durmadı çalıştı, en orijinal senaryoları yazdı. Filmin, Mısır’da Müslüman-Kıpti çatışması çıkarmayı amaçladığı yazıldı. İlk önce Yahudiler tarafından finanse edildiği haberinin, İslam dünyası ile Yahudiler arasındaki bitmeyen çatışmayı daha da alevlendireceği söylendi. Şayet varsa, Arap Baharı itibarının ortadan kaldırılmak istendiği dile getirildi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, gösterilerde ölen Libya büyükelçisinin ardından “Özgürleştirdiğimiz bir ülkede bu nasıl olabilir?” dedi. Biz de “yuttuk!” dedik. ABD Başkanlık seçimi atraksiyonlarını, Çin’in hızlı yükselişi nedeniyle askeri/siyasi ağırlığını Asya’ya kaydırması beklenen ABD’nin, Ortadoğu’da kalması durumunda Asya’ya ne denli etkin şekilde açılabileceği tartışmalarını, bu menfur filmin çekilmesi sonucunda öğrenmiş bulunuyoruz. Müslümanların hakarete uğradığının ayan beyan ortada olması, diğer muhtemel önemli! sonuçların yanında pek sönük kaldı.
Gündeme geliş şekli problemli olsa da konu yine din meselesi. Ötekiler (dışarıdakiler ve içeridekiler) tarafından yumuşak karnımız kabul edilen meselelerde, Müslümanların dinlerini, bilgi ve idrak seviyesinde tanımaları ve savunmaları konusundaki yetersizlikleri, tartışmalardan hemen gün yüzüne çıkıyor. Öte yandan “Yahudilerin ve Hıristiyanların masumiyeti!” Hz. Musa ve Hz. İsa’nın Müslümanlarca kabul edilen sahih bilgilerinin gölgesinde kalıyor.
Bu olayın sonuçlarında da güya iyi niyetli, ortalığı yatıştırma adına “dinî çoğulculuk”, “dinlerin aşkın birliği” gibi konular yine gündeme getirildi. “Mutlak ve ilahi bir hakikat vardır ve dinler bu mutlaka ulaşan ve onu eşit derecede temsil eden farklı yollardır, dolayısıyla bu yolların hangisi takip edilirse edilsin sonuçta kurtuluşa ulaşılır; o zaman kavgaya, üstünlüğe, mutlak hakikatçiliğe soyunmaya gerek yoktur.” deniyor, kimin lehine söylendiği belli edilmeden. Bu durum İslam’ın müntesiplerinden istediği kesin bağlılığa aykırıdır. Biri doğru, biri yanlış demek, imanın tabiatının gereğidir. Mutlak hakikatin çokluğu anlayışı, bir dine bağlı bireylerin, dinlerine bağlılık sadakat ve güven duyma duygularını zayıflatır. Hiçbir dinin bir diğerinden üstün olmadığı, bütün dinlerin aynı hedefe sahip olduğu ve insanın kurtuluşunda eşit oldukları anlamındaki dinî çoğulculuk fazlasıyla liberal bir söylemdir. İnsanların içine düştüğü inanç ve ahlak bataklığını hatırlatarak, düzeltmek için gelen İslam, diğerleriyle sosyolojik olarak, yani sosyal vakıa olarak yan yana duruyor görünse de din olarak yan yana değildir. Yanlışları ayıklayarak geldiği için aşkın birliği zaten kendisi taşır. Bunun dışında aşkın birlik anlayışı ve arayışı, imanımız gereği yanlıştır. Dinî itikat, uyumu olduğu kadar uyumsuzluğu, hoşgörüyü olduğu kadar, katı prensipleri ve bazen ayrımcılığı içine alır. İman etmenin karakteristiği, benzemezliği, karşı koyuculuğu, bir çırpıda hoşgörü ve sevgi denizinde eritilemez.