
93 Harbi’ni bilirsiniz. Hani şu Rusların batıda Yeşilköy’e doğuda Erzurum’a kadar geldiği, nihayetinde Ayestefanos Antlaşması’nın imzalandığı savaş. Meşrutiyet denememizin de nihayeti olmuştu ve Sultan Hamid, idareyi Yıldız Sarayı’na taşımıştı. İşte bu dönemin ardından Osmanlı Devleti, bir sükûnet devrine girmişti.
Sükûnet dönemi dedik ya, peki bunun amacı neydi? Savaşla, daha doğrusu cihatla büyümüş bir imparatorluk neden uzun yıllar savaşa girmeden hatta savaştan kaçarak yaşamıştı? Abdülhamid’in amacı neydi? Bu durumun belki de en büyük sebebi ordunun içler acısı hali, milletin savaştan bezmesiydi. Bir sebep de savaşan Müslüman kesimin nüfus olarak azalmasıydı. Yani yetişmiş adamın olmaması, yetişebilecek olanların ise savaşlarda şehit olmasıydı. Eskilerin tabiriyle kâht-ı rical yani adam kıtlığı olmasıydı. Belki de bu yüzden Sultan Hamid kimseye iş verecek güveni duyamamış, idarenin her kurumunu kendisine bağlamıştır. Bilindiği üzere 2. Abdülhamid saltanatının kalan döneminde neredeyse hiçbir mühim savaş - Yunan Harbi’ni saymazsak - yaşanmamıştır. Ayrıca eğitime de büyük yatırımlar yapılmış, yeni neslin en iyi şekilde yetişebilmesi için elde olan imkânlar seferber edilmiştir. Fakat Sultan, yatırımlarının karşılığını alacağı vakit İttihatçıların isyanıyla karşı karşıya kalmış ve maalesef ha’l edilmiştir.
Kaht-ı Rical, İstiklal Harbi sonrasında da gündeme gelmiştir. Hatta bir dönem elçilik yapmış bulunan Memduh Şevket Esendal, sözleriyle dönemi özetliyor: “Benden hariciyeci mi olur beyefendi? Lakin ne yaparsınız, adam yoktu o sıralar. Hakikat bu. Tevazu gösteriyorum zannetmeyiniz.”
İşte böyle uzunca bir süre, adam yetiştiremedik. Ülke, uzun süre Müslüman zengin ve iş gücünden mahrum kaldı. Uzun süre belimizi doğrultamamamız bu sebeptendir. Şimdilerde ise adam kıtlığını bırakın adam fazlası var ülkede. Hemen her konuda iş bilen, bitiren ve birbirleriyle rekabet edecek yüzlerce hatta binlerce kalifiye elemana sahibiz. Peki, eksik nedir? Neden hâlâ belimizi doğrultamıyoruz? Sebebi savaşların dinmemiş olması. Beynelmilel savaşlardan söz etmiyorum hatta ülke olarak kendi içimizdeki savaşlardan da bahsetmiyorum. Bahsettiğim, bireysel savaşlarımız. Kendi içimizdeki, kendi kendimizle olan savaşlar… Hırsımızla olan savaşlar, arzularımızla, nefsimizle olan harbimiz. Bitirelim artık bu savaşı ve dinlenelim biraz. Ben’i dinleyelim, benliğimizi keşfedelim. Kendimizin Abdülhamid’i olup, içimizde yepyeni bir neslin yükselmesini bekleyelim. Bizi felakete sürükleyecek İttihatçı bir nesil değil tabi kastım, daha sabırlı olup bizi yükseltecek, kemale erdirecek, olgunluğu, olgun nesli yetiştirebilmeliyiz.
Hani şu psikologların hep anlattığı “kendinizle barışın” mesajını da vermeye çalışmıyorum. Yalnızca dinlenin ve savaş baltalarınızı çıkarmadan olgunlaşmayı bekleyin.