İstanbul`da Topkapı Sarayı ile yanyana duran bir müze var. İsmi; İstanbul Arkeoloji Müzeleri. Her ne kadar mühendislik okuyor olsam da Güzel Sanatlar dersi adı altında gezilip görülmesi talep edilen müzelerden biriydi bu yıl benim için. Ben de zaten okuldan bunalmış olmanın sıkıntısı ile biraz rahatlamak için burayı gezmeye karar verdim. Daha önce böylesi bir müze ziyaretim olmamıştı. Arkeolojiye meraklıydım ama ilk kez belgesellerde gördüğüm kalıntıları canlı görecektim.
İlk olarak şunu söylemek gerekir ki Müzenin girişindeki dev sütunlar çok dikkatimi çekti. Bina eski olmasına rağmen gayet diri duruyordu. İlk girişte duran kocaman heykel biraz şaşırtsa da lahitlerin olduğu odayla birlikte ortamın havasına alıştım. Koskoca lahitleri nasıl yaptıklarına, nasıl taşıdıklarına hâlâ anlam veremiyorum. Üstelik mumyalanmış bir cesedin kafatası derisi ve saçları üzerinde duruyordu. İlk kez böyle bir şey görüyordum.
Müzenin tamamında beni en çok etkileyenler insan kemikleriydi. Kimi zaman cam fanuslar içinde, kimi zaman ayaklarımın altında karşılaştım onlarla. İlginç ama adamların mezarı müzenin için. Durup durup kıyamette ne olacaklarını düşünmekten kendimi alamadım.
Lahitler Sonunda Boğdu!
Lahitler güzel olsa da oldukça sıkıcıydılar. Çünkü çok fazla doldurulmuştu. Hep taş görmekten başım döndü. Yine de ince işlemelere gerçekten hayran kaldım. Yüzyıllar öncesinde bunların yapıldığı göz önüne alınırsa, mükemmel işler başarmışlar. Özellikle İskender Lahiti.
Daha sonra Helenistik Dönem eserlerini inceledim. Küçük küçük onlarca heykelcik. Çocuklara oyuncak olsun diye yaptıklarını düşündüm bir an. Çok fazla sayıdaydı. Ama gel gör ki dönemin insanlarının tanrılarıydı bu heykeller.
Anadolu’daki eserlerin olduğu bölüm ise muhteşemdi. Yüzlerce çanak çömleğin olduğu bölümde en etkileyici eser, kabartmalara işlenmiş yazılardı. Kaçakçılık ile ilgili mektup ve borç sözleşmesinin olduğu mektup muazzamdı. İnsanların o dönemde de bizler gibi yaşadığını görmek güzel oldu.
Filistin-Suriye-Kıbrıs bölümü de aynı şekilde dönemin yaşantısını oldukça ortaya koyuyordu. Koskoca lahitlerin arasından çıkıp da böylesine günlük yaşama dair kalıntıları görmek ilaç gibiydi.
Modern Çizgiler de Vardı
Bizans dönemi İstanbul eserlerini incelerken kendimi müzenin akışına kaptırdım. Modern çizgiler iyice rahatlatmıştı beni. Madeni eşyaların sayısının artmasıyla birlikte içim ferahladı. Özellikle altın bileklik ve yüzük harika duruyordu. Yine de sağda solda lahitler, mezarlar çıkıyordu karşımıza.
Mozaik işlemelerinin güzelliği ise apayrı idi. Ama çok az sayıda mozaik işleme olması hayal kırıklığı yaşattı bana. Yine de Haliç’i kapatan zincirin bir parçasını görmek, dokunmak bu hayal kırıklığının yerini bir nebze olsun doldurdu.
Çift başlı kadın heykeli ise karşılaştığım en komik eser oldu.
Genel anlamda müzenin dizaynı oldukça güzeldi. Ancak yine de lahit sayısı azaltılırsa ve farklı eserler eklenirse daha da güzelleştirilebilir diye düşünüyorum. Müzenin ilk müdürünün büstü de oldukça güzeldi. İyi ki böyle bir müzeyi bizlere bırakmış.
Zaman Hızla Geçiyor..
Koskoca bir müze ziyaretinin sonunda ise aklımda şu sorular belirdi: Bizden kim bilir kaç bin yıl evvel yaşamış insanlar, işte bizler gibi yaşamışlar. Hayat tarzları aynı. Yazıyorlar, çiziyorlar, yemek yapıyorlar, savaşıyorlar... Kısaca insan ilk yaratıldığı gündne beri, Hz Adem`den beri hep aynı. Okuyor, yazıyor, yiyor, içiyor.. Ve bu dünya Büyük İskender`e bile kalmıyor. Gördüğüm mezarlardaki kemikler işte bunu kanıtı.
Zaman tıkır tıkır işliyor, kıyamet hızla yaklaşıyor...
Peki, bunca ibretlik tablo varken ortada, bizim elimizde ne var?
Arkeoloji Müzeleri Resmi Web Sitesi: www.istanbularkeoloji.gov.tr
Arkeoloji Müzeleri Resmi YouTube Kanalı: www.youtube.com/user/istanbularkeoloji