Gökhan Ünal - Furkan Emre Hasdemir
Ebussuud Efendi, çağının vicdanını, din otoritesini, Osmanlı’nın sosyal ve toplumsal bakış açısını, hoşgörüsünü yansıtmaktadır.
Ebussuud Efendi 1490 yılında İskilip’te dünyaya geldi. Babası zamanın âlimlerinden Şeyh Yavsi, annesi ise bir rivayete göre Ali Kuşçu’nun yeğeni, diğer rivayete göre ise kızıdır. Öğrenciliği zamanında II. Bayezid’in de dikkatini çeken Ebussuud Efendi’ye II. Bayezid tarafından Çelebi sıfatı verilmiştir.
Zamanın Şeyhülislamı aynı zamanda hocası olan İbn-i Kemal tarafından Çankırı’ya müderris olarak gönderilmiş ancak, o İshak Paşa medresesini seçmiştir. Daha sonra çeşitli medreselerde müderrislik yapan Ebussuud Efendi kadılık ve Kazaskerlik görevlerinde de bulunduktan sonra, 1545 yılında Kanuni devrinin Şeyhülislamlığı görevine getirilmiştir. Kanuni’den sonra II. Selim döneminde de görev yapmıştır. Toplam 28 yıl 11 ay Şeyhülislamlık yapan Ebussuud Efendi, Kanuni’den sonra Osmanlı’nın muhteşem döneminin en etkili din ve devlet adamlarından biri olmuştur. Hem kendi dönemine hem de kendisinden sonraki dönemlere damga vurmuştur.
Malul-Zade Seyyid Abdülkadir Şeyhi, Hoca Sa’düddini Bostanzade Mehmed, Sun’ullah, Şair Baki, Hace- Sultani Ataullah, Kınalızade Hasan, Ali Cemali Efendi’nin oğlu Fudayl gibi birçok bürokrat, şair, şeyhülislam ve devlet adamına hocalık etmiştir.
Zamanın âlimleri tarafından “ikinci Ebu Hanife “ olarak nitelendirilen Ebussuud Efendi, tefsir ve fıkıh alanında en büyük bilginlerdendir. Şeriat ve Türk örfünü bağdaştırmak için uğraşmış, devlet düzenini bozan yozlaşmış tasavvuf kollarına karşı mücadele etmiştir. Bundandır ki tasavvuf ile ilgili verdiği fetvalar günümüzde oldukça çarpıtılmıştır. Ebussuud Efendi, son dönemin popüler ve tartışmalı dizisi Muhteşem Yüzyıl’da yine günümüzün usta aktörlerinden Tuncel Kurtiz tarafından canlandırılıyor. Bu durum bile dönemi için ne kadar önemli ve tartışmalı bir kişi olduğunun göstergesidir. Ancak kafaları kurcalayan bir soru var; Kanuni’nin bile yerin dibine sokulduğu bir yapımda kendisi nasıl lanse ediliyor? Bunun cevabı Yunus Emre’yi okumanın insanı kafir yapacağını söylediği sahnede saklı. Tasavvuf fetvalarının Yunus Emre aleyhinde çarpıtılması dizinin yapımcılarının da gözünden kaçmamış, bunu çok iyi bir şekilde kullanmışlar.
Goethe’den Ebussuud’a Şiir!
Ebussuud Efendi yapısı gereği her türlü soruya hiç sinirlenmeden cevaplar vermiştir. Türkçe, Farsça ve Arapça’ya hakim olan Hoca Çelebi, kendisine yöneltilen sorular hangi dildeyse aynı dille cevap vermiştir. Kanuni ile arasında geçen “Karınca olayı” da edebi yönlerinin ve hassasiyetlerinin göstergesidir. Kanuni hakkındaki ünlü Arapça mersiyesi Arap aleminde de değerini artırmıştır. Hâfız-ı Şîrâzî’ye şiirlerinden dolayı, şarap ve aşkın zevklerini anlatan hafifmeşrep diye ithamlarda bulunulmuş, mesele Ebussuud Efendi’ye aksettirilmiş, Ebussuud onlara; “Marifet, yılan zehri ile faydalı ve şifalı ilacı birbirinden ayırt edebilmektir” cevabını vermiştir. Bu fetva ile Hâfız’ın divanını kurtarmıştır. Olayı yıllar sonra öğrenen Goethe, Ebussuud’a bir şiir yazarak övgü ile bahsetmiştir.
Tasavvuf ve mutasavvıflarla da ilgisinin olduğu, ancak kendisinin tarikata girmediği bilinmektedir. Ancak hem babası hem de kayınbabasının tarikat şeyhi olması ve aynı zamanda onların öğrencisi olması nedeniyle tasavvufa uzak olmadığı söylenebilir. Bazı mutasavvıflar aleyhine, haramla helali ayıramayacak kadar laubali tutumları sebebiyle, idam fetvası vermekten kaçınmamıştır.
Ebussuud Efendi, fıkıh alanında da devlet nizamını esas almış, diğer fakihlerle mücadele etmiştir. Zamanın bilginleri Çivioğlu ve Birgili ile mücadelesi bunun göstergesidir. Onların yasaklamak istedikleri para vakfını ve Kur’an öğretenlere ücret vermeyi kabul ederek iktisadi düzeni ve kamu menfaatini korumuştur.
Ebussuud Efendi, devlet kanunlarının şeriat hükümleriyle telif edilmesini sağlamış, tımar, zeamet, arazi ve toprak hukukuna dair şer’î esaslar onun fetvalarıyla yerleşmiş ve gelişmiştir. Budin kanunu, Üsküp ve Selanik levaları kanunu; devlet nizamı, memleket işlerinin idaresinde, vali, kadı ve hâkimler için Mâruzât ve yine Sultan Süleyman’a Kanuni sıfatını kazandıran Kanunname onun eseridir. Ebussuud Efendi’nin kanunlar hakkında verdiği fetvalar Kanuni’nin uygulama sırasında elini rahatlatmış, gelebilecek itirazlara önceden engellemiştir. Bu yüzdendir ki Ebussuud Efendi üzerinde dönen tartışmalar, yapılan acımasız eleştiriler yalnızca Ebussuud Efendi’yi etkileyen olaylar olmayacaktır. Çünkü Ebussuud Efendi, çağının vicdanını, din otoritesini, Osmanlı’nın sosyal ve toplumsal bakış açısını, hoşgörüsünü yansıtmaktadır. Yani ona yapılacak her saldırı aslında onun nezdinde Osmanlı’nın en parlak dönemine yani Kanuni Sultan Süleyman’a yapılmış olacaktır. Her fırsatta Osmanlı dönemine saldıran güruh bunu çok iyi kullanmaktadır.
Ebussuud Efendi’nin acımasızca eleştirildiği diğer bir konu ise Kızılbaşlar hakkında verdiği fetva olmuştur. Bu fetvanın eleştirilmesinin en büyük nedenlerinden biri Kızılbaş ve Alevileri aynı grup olarak kabul etmekle başlar. Ancak Kızılbaşlar’ın kaynağı olan Safevi devletinin kurulması Şah İsmail’le olsa da kökeni daha eskilere dayanmaktadır. Şeyh Safiyeddin’in 14.yy’da kurduğu Safevi tarikatı başlangıçta Sünni bir tarikat olarak ortaya çıkmıştır. Şeyh Cüneyd döneminde Sünni anlayıştan Şii inanç sistemine kaymaya başlamış özellikle Şii ağırlıklı Türkmenleri etrafında toplamıştır. Şeyh Haydar ile birlikte ise siyasi ve dini bir yapıya dönüşmüştür. Şeyh Haydar’ın etrafında toplanan aşırı Şii Türkmen gruplarının da etkisi ile tarikat artık askeri bir vasıf da kazanmıştır. Şeyh Haydar zamanında Kızılbaşların bayrağı sayılan on iki dilimli Kızılbaşlık kabul edilmiştir. İşte Kızılbaş kavramı ilk kez bu dönemde ortaya çıkmıştır. Orta Asya’da Horasan ve Maveraünnehir bölgesinde Şamanist, Manihenist ve Budist Türkmenlerin İslamiyet’i kabulü ve Kuzey Irak ile Doğu Anadolu’ya yerleşmeleri ve aşırı Şii Şah İsmail’e tabi olmaları Kızılbaşların temeli olan topluluğu oluşturmuştur. Bu aşırılık Şah İsmail’i ‘secde edilecek tanrı’ olarak görmeye kadar ilerlemiştir. Şah İsmail İran’ın yüzde altmışı Sünni olmasına rağmen halka Şii anlayışı benimsetmek istemiş ve katı bir güç kullanmıştır.
Ancak her şeye rağmen bazı gerçekler var ki bu tür kişileri susturacak ve haksız çıkaracak niteliktedir. Hak ve adalet konularında o kadar hassasiyet gösterilmiş ki, İngiltere Kralı 8. Henri, İngiliz adalet organının ıslahı için, Osmanlı’ya bir heyet göndermiş ve Türk adalet ve yargı organı, İngiliz adalet ve yargı organına örnek olmuştur. Buna karşı Osmanlı ülkesindeki bütün Hristiyanların zorla Müslümanlaştırılmasına ilişkin teklife itiraz etmiş ve fetva vermemiştir Ebussuud Efendi.
Kanuni adına telif ettiği “İrşâdü’l-Aklü’s-Sâlim» isimli Kur’ân’ın Arapça tefsiri, İslam dünyasında haklı bir ün bırakmıştır. Öyle ki bu eser büyük İslam âlimleri Zemahşeri ve Beydavi’nin tefsirlerinden hacimce daha üstün görülmektedir. Ebussuud’un bu tefsiri, Libya İslâm Üniversitesi’nde de hoca ve öğrencilerin ellerinden düşmeyen bir kitaptır ve bu esere verilen değer, diğer tefsirlere verilenden daha fazladır. Kahire Üniversitesi Dâru’l-Ulûm Fakültesi’nde Ebussuud tefsiri, resmen okunan bir eser değildir ama bazı fakültelerin tefsir bölümlerinde, öğrencilerin başvurduğu mühim kaynaklardan biridir.
1574 (H. 982) tarihinde öldüğü zaman Mekke ve Medine’de, kendisi için, gıyabında cenaze namazı kılınmıştır. Cenaze namazını Muhşi Kazasker Sinan Efendi kıldırmıştır. İstanbul’daki «Ebussuud Caddesi» ismi, zamanından günümüze kadar gelen bir hatıradır. Eyüp’te, Hz. Halid yakınında kendi ismini taşıyan çarşı caddesinde bir aile kabristanında gömülüdür.