Adını koymak, hayatta niye yaşadığının cevabını vermek, bu cevapla bu hayatın sonrasına hazırlanmaktır. Adını koymak üç sorununu cevabını verebilmektir: Ne yapıyorum? Ne için yapıyorum? Nasıl başaracağım?
Kendisine getirilen sahte paralara gerçek para muamelesi yapan bir bakkal vardı. Kötü niyetli ya da çocuk, gelen kim olursa olsun geri çevirmezdi. Kendisine verilen sahte paranın karşılığını verir, aldığı bu paraları ise yanında tuttuğu bir kutuda biriktirirdi. Karısı bu davranışının sebebini anlayamaz, kocasının kandırıldığını gördükçe uyarılarda bulunur ve fakat bir türlü onu ikna etmeyi başaramazdı. Gün geldi, bakkal ölüm yatağına düştü. Son nefesini vermek üzereyken sahte paraları biriktirdiği kutuyu açtı, avucunu bu paralarla doldurarak elini kaldırdı ve şu son sözlerle hayata veda etti: “Ya Rab! Bugüne kadar bana getirilen sahte paraları hiç geri çevirmedim, hepsini aldım kabul ettim. Şimdi Senin huzuruna sahte amellerimle geliyorum, Sen de beni geri çevirme…”
Bunun adı, “adını koymaktır.” Adını koymak, hayatta niye yaşadığının cevabını vermek, bu cevapla bu hayatın sonrasına hazırlanmaktır. Bir kez adını koyduk mu, bütün işler, hareketler, yönelişler o hedefin etrafında yoğunlaşır. Adını koymak üç sorununu cevabını verebilmektir: Ne yapıyorum? Ne için yapıyorum? Nasıl başaracağım? Bu soruları samimiyetle sorup cevabını arayan “adını koymak” zorunda kalır. Neyin adını? Kendi adını… Hayatının adını… Ne için yaşadığının adını… Nereye gideceğinin adını… Bir kez adını koyduk mu gerisi gelir. Bir tanesinin adını koyduk mu gerisi gelir, çünkü birisi hepsi demektir.
Adını koyan aslında akıbetinin adını koymuştur. Hepimiz bir hayata doğduk. Sahip olduklarımız ve olmadıklarımızla bir sona doğru gidiyoruz. Nereden geldik, nereye gidiyoruz, düşünmeye vakit kalmayabilir. Adını koymak, düşünmeyi bitirip fiile geçmektir. Adını koymak vesilenin ne olduğunu belirlemektir. Vesile ancak aramakla, gayretle bulunabilir. Gayret, vüsatımızın çapında olmalıdır. O’nu razı etmek, O’na yaklaşabilmek ve imtihanı geçmek imkânlarımız içerisinde ve ölçüsünde olacaktır. O yüzden bize verilenlerin neler olduğunu iyi bilmemiz gerekir. Soru oradan çıkacaktır. Yapıp ettiklerimiz içerisinde bel bağlayacağımız, “şuna güvendim” diyebileceğimiz, “ne yaptın” diye sorulduğunda hemen cevabını hazır edebileceğimiz şey, yani vesilemiz, bize verilenlerin çapında ve ayarında olmazsa halimiz nice olacaktır?
Adını koymak bir adımdır ama yeterli değildir. Adını koyanın gerisini de getirmesi gerekir, çünkü adını koyanın düşmanı eksik olmaz. Bizi değiştirmek, yerimizden etmek, ayarımızı kaçırmak ve erteletmek için sürekli tetikte bekleyenler vardır. O yüzden hayatta her ne yapıyorsak bunun bir şekilde bize bu hayatı verenle irtibatını kurmamız gerekir. Her anımızı zenginleştirmek, her anın adını koymakla olur. Şu an yaptığımı niye yapıyorum ve bunun benden murat edilen ilgisi nedir? Niye yaşıyorsak, her anımız bu manadan nasip almalıdır. Bunu başarabilmek müteyakkız bir bilinç hali ile olur. Neyi niye yaptığımıza dair bir uyanıklık hali sürekli bize eşlik etmelidir. Bunu bir süreklilik halinde yapan hayatının tadını bulmuştur. Hayatının tadını bulanın mukabele hakkı vardır. Tıpkı şu çoban gibi…
Her türlü menhiyatı işleyen bir adam vardı. Karısı bu duruma çok üzülür, kocasını “öldüğünde naaşın ortada kalacak” diye uyarır ve fakat sözünü geçiremezdi. Gün geldi adam öldü ve hakikaten naaşı ortada kaldı. Köyde kimse bu adamı defnetmeye yanaşmadı. Kadın, bir tavsiye üzerine, tanrı misafiri olarak gelen herkesi bir şekilde memnun etmeyi alışkanlık haline getirmiş bir çobana gitti. Çoban, tanrı misafiri lafını duyunca hemen adamı yıkadı, kefenledi ve defnetti. O gece köydeki birçok kimse defnedilen adamı çok güzel bir halde cennette gördüler. Sabah merakla kadının yanına vardılar. Kadın bir şeyden haberi olmadığını söyleyince bu sefer çobana gittiler. Çoban onlara dedi ki: “Ben dua bilmem. Ama adamı gömdükten sonra elimi göğe kaldırdım ve ‘bana bugüne kadar çok misafir gönderdin, hepsine elimden gelen yardımı yaptım. Kırk yılda bir misafir de ben Sana gönderiyorum, bakalım ona nasıl davranacaksın?’ dedim…” Adını koyan naz hakkı da kazanır.