![](resimler/makale/buyuk/353_241120122107_684969487.jpg)
Namaz, bilemediğimiz bir şekilde, irademize ve şuur altımıza farklı bir aşı yaparak, münkerâta karşı bir isteksizlik ve belki de tiksinti meydana getirmekte, basiret ve firâseti keskinleştirip şahsiyetimizi daha uyanık ve akıllı bir kişilik hâline dönüştürmektedir.
Rabbânî Eğitim yolculuğunda hayata ve hâdiselere bakış açımızı belirleyen temel dinamiklerin neler olduğunu Kur’ân-ı Kerim ve Allah Resûlü’nün hadis-i şerifleri çerçevesinde incelemeye çalıştık. Şimdi de bu bakış açılarını pekiştirecek, gönlümüze yerleştirecek ve daha da önemlisi, onları teorik düzlemden pratik hayata taşıyacak ilâhî vasıtaların neler olduğuna dikkat çekecek ve bir anlamda Rabbânî mektebin eğitim müfredâtını incelemeye çalışacağız.
İnsan, taşıdığı özellikler itibariyle, tanınması, korunması ve geliştirilmesi zor bir varlıktır. Bu özelliklerin öylesi vardır ki, yaratılışın başlangıcında bir hikmete binâen kişiliğine yerleştirilmiştir. Yine öylesi de vardır ki, zaman içerisinde içinde yaşadığı coğrafî, sosyal ve psikolojik çevreden kazanılmıştır. Görünen çevre şartlarından ayrı olarak, bir de bizim göremediğimiz daha nice etki çemberlerinin içinde insanın hâlden hâle düşüşler ve çıkışlar yaşadığı ayrı bir gerçektir.
Sayısına sınır çizemediğimiz bu etkiler arasında, arzulanan hedefe doğru gelişerek ve pozitif anlamda yükselerek yol katetmek hiç de kolay değildir. İç ve dış fısıltılar arasında hakikatin sesini duymak, anlamak ve daha da önemlisi o yolda adım atmak için bir takım koruyucu, kollayıcı ve geliştirici vasıtalara ihtiyacımız çok açıktır.
Kişiliğin eğitiminde beşerî bilgi, akıl ve tecrübeden kaynaklanan programlar, elbette önemsiz değildir; ancak hiçbir zaman yeterli de değildir. Nitekim eğitim adına yapılan programlar tarihinin son yüz yılını bile incelediğimizde görülen şudur ki, insanoğlu dün doğru dediğine bugün yanlış diyebilmektedir. Bugün yapılmak istenenlerin yanlış olduğunu söyleyen çok sayıda eğitimciye de rastlamak mümkündür. Bunun böyle olması da tabiidir. Zira insanı tanımak zordur. Her çağın insanında yeni yeni hastalık türleri de ortaya çıkabilmektedir. Tanımadığınızı geliştirmek ise zorun zorudur. Öyleyse işe doğru yerden başlamak gerekir. O da, insanı gerçek anlamda tanıyanın ortaya koyduğu eğitim müfredâtına saygı ve teslimiyetle yaklaşmak ve söz konusu müfredâtı hiçbir zaman ikinci plana atmamaktır. Zira yarattığı varlığı en iyi Yaratıcısı bilir. Bu büyük gerçeğin Kur’an lisanında ifadesi şöyledir:
“Andolsun, insanı biz yarattık. Nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu da biliriz. (Çünkü) biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf Sûresi, 16)
Rabbânî eğitim, sadece bilgi ve bilinç aşılama yoluyla sonuç alma eğitimi değildir. Bilgi, şuur ve idrâk önemli olmakla birlikte, onu hayat haline dönüştürme eğitimi, amelî boyutu olan bir eğitim yolculuğudur. Diğer bir ifadeyle, teorinin pratikle desteklenmesi sayesinde şahsiyet ve karakterin geliştirilmesini hedeflenen farklı bir sistemdir. Hangi pratik davranışın hangi sonucu doğuracağı da, ilk nazarda kolayca anlaşılamayan bir sebep sonuç ilişkisidir. İşte bu yönüyle Rabbânî eğitim, inceliklerini ve sırlarını ancak Rabbimizin bildiği özel bir müfredâta sahiptir.
Bu uzun girişten sonra, Rabbânî müfredâtın en temel derslerinden biri olan ibâdetlerin eğitim sırlarına başlayabiliriz.
Eğitim müfredâtının ibâdetler bölümünde ilk sıra, dînî hayatın omurgasını teşkil eden namaz ibâdetine tahsis edilmiştir. Rabbimiz namaz ibâdetinin eğitici yönüne şöyle dikkat çeker:
“(Ey Peygamber!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz, (insanı) çirkin fiillerden, hayâsızlıktan, fuhşun her çeşidinden ve akl-ı selîme ve şer’-i şerife uymayan her çeşit kötülükten (münkerden) alıkor. Bir de (namazda) Allah`ı anmak vardır ki, bu her şeyden daha büyük bir şeydir. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût Sûresi, 45)
Şimdi bu âyette dikkat çekilen namazla eğitimin sonuçlarına baktığımızda şu hususların altının çizildiğini görürüz:
1. Namaz, hemen her insanın en temel duygularından biri olan fuhşiyâta ve cinsel temâyüllere karşı hissettiği sınırsız arzuları dengeleyen ve sınırlandıran bir eğitimdir.
2. Akl-ı selîme ve şer’i şerife uymayan her çeşit negatif davranış anlamına gelen “münker”den insanı uzaklaştıran bir disiplindir.
3. Kulu Rabbiyle buluşturan ve ona duygu, düşünce, ilim ve irfan olarak manevî yükselişlerin (miraçların) kapısını aralayan pek yüksek bir terakki merdivenidir.
Freud’un iddia ettiği ölçüde olmasa da, insanı harekete geçiren duygular arasında en güçlü olanlardan birisi, hiç şüphesiz onun şehevî/cinsel arzularıdır. Bu duygular, zaman, mekân ve muhtelif şartlar altında farklı maskeler içinde zuhur eder. Bu arzuların kontrol edilememesi durumunda fuhşiyat bataklığına düşüleceği muhakkaktır. İffetle pespâyelik arasında ince bir perde vardır. Halk arasında “ar damarının çatlaması” ya da “hayâ perdesinin yırtılması” olarak nitelendirilen bu taşkınlık, aşağıların aşağısına (esfel-i safilîne) doğru yuvarlanışın en tehlikeli noktasıdır. “Utanmıyorsan dilediğini yap” şeklinde ifâde buyrulan peygamber beyanı da bu gerçeğe işâret eder.
İnsan nefsi fısıltılar hâlinde sürekli kötülük fısıldar. Bu fısıltılar çoğu zaman insanı aşağılara doğru çeken fuhşiyat düşünceleridir. Zira fuhşun görünen tarafı olduğu gibi görünmeyen tarafı da vardır.
Bu güçlü iç ve dış telkinler karşısında insan, iradesi nasıl disipline edebilecektir. Bir şeyin zararlı ve kötü olduğuna iknâ olmak, onu yapmamak için yeterli bir irade oluşturamamaktadır. Nitekim sigaranın zararını en iyi doktorlar bildiği halde, çok sayıda doktorun sigara içtiğini de görmek mümkündür. Öyleyse daha farklı bir eğitim vasıtasına ihtiyaç vardır.
Belki ilk nazarda namazın fuhşiyâtı nasıl engelleyeceği görülemeyebilir. Fakat bizim bilemediğimiz bir şekilde bir iç tedavi yaptığını da Yüce Rabbimizin yukarıdaki beyanından anlıyoruz. Burada yapılması gereken, farklı yöntemler araştırmak yerine, icra edilen namazın kalitesini yükseltmektir. Namaz gerçekten namaz olursa, bu sonucu doğuracak ve kişiliğimize iffetli olma vasfını yükleyecektir.
Namazın koruyucu ve kollayıcı bir diğer eğitici yönü, akl-ı selîme ve şer’i şerife aykırı olan her davranışa karşı bir kalkan görevi üstlenmesidir. Buradan anlıyoruz ki, namaz, bilemediğimiz bir şekilde, irademize ve şuur altımıza farklı bir aşı yaparak, münkerâta karşı bir isteksizlik ve belki de tiksinti meydana getirmekte, basiret ve firâseti keskinleştirip şahsiyetimizi daha uyanık ve akıllı bir kişilik hâline dönüştürmektedir.
Namazın zikredilen bu hususiyetlerinin yanında bir de yükseltici fonksiyonu vardır ki, onun yükselttiği dereceleri sözle ifade etmek zordur. Belki “Namaz, mü’minin miracıdır” beyanında bu ufka bir işâret vardır. Namazın yüceltici yönü, kişiyi Hak’la buluşturmasıdır. Hatta namazın emredilmesindeki en büyük sır, Allah’ın gereği gibi hatırlanmasıdır, denilebilir. Nitekim “Beni zikretmek (hatırlamak) için namaz kıl” (Tâhâ Sûresi, 14) buyrulmuştur. Ve yukarıda meâlini verdiğimiz âyetin son kısmında zikredilen “(Namazın) Allah’ı zikir (yönü) en büyüktür” ifâdesi ise bu büyüklüğün sınır çizilemeyecek ve sözle beyan edilemeyecek kadar azametli olduğunun bir işâreti sayılır.
Düşünce ve duyguda ve hatta insaniyet kalitesinde yüksek bir kıvama ulaşmak, kendiliğinden oluşuverecek bir sonuç değildir. Burada da namaz gibi Rabbânî bir dersin hakkını vermek gerekecektir. Zira sonuçlara ulaşmak namazın ne kadar namaz olduğu ile doğru orantılıdır.
- Buhârî, Enbiyâ 54, Edeb 78. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 6; İbni Mâce, Zühd 17