Hayat, O’nu perdeleyen engelleri aşma mücadelesidir. O’nunla teke tek kaldığımız an, vasıtasız, delilsiz ve vesilesiz işimizi görmeye başlayacağız. Öyle bir an zaten gelecek; arada kimsenin kalmayacağı, geleceği kesin bir günde O zaten bizimle dilsiz, sözsüz ve sessiz konuşacak. Derdimiz, bu mutluluğa yaşarken ulaşabilmek, O’na bu dünyadayken muhatap olabilmektir.
Biz hayata O’nunla teke tek kalmayı başarmak için geldik. Sadece O’nunla kalıncaya kadar mücadelemiz devam edecek. Aradaki her şey çıkıp da teke tek kaldığımızda hayat yeniden başlayacak.
Hayat, O’nunla aradaki engelleri çıkartabilme uğraşının adıdır. Makamlar, statüler; oğul, kardeş, anne, baba, abla, ağabey, hoca, talebe, arkadaş, dost, vatandaş, türlü türlü sıfatlar... Aşılacak çok engeller, nurânî, zulmânî çok perdeler var. Hiçbiri boşuna değil, çünkü her engel O’na doğru yolculuğumuzda bize bir bilgi veriyor. Her engel bir rehber aslında… Bakıp karamsarlığa kapılmak için değil, bakıp yeni donanımlar kazanmak için… Her engel O’na ulaşmada aşmamız gereken bir menzile işaret ediyor. Simurg’a giden kuşlar gibiyiz. Aştığımız her vadi, ruhumuzda çözülen bir gizdir. Önümüze çıkan her yeni engel O’na ulaşma liyakatine daha çok yaklaştığımızın müjdecisidir.
Hayat, O’nu perdeleyen engelleri aşma mücadelesidir. O’nunla teke tek kaldığımız an, vasıtasız, delilsiz ve vesilesiz işimizi görmeye başlayacağız. Öyle bir an zaten gelecek; arada kimsenin kalmayacağı, geleceği kesin bir günde O zaten bizimle dilsiz, sözsüz ve sessiz konuşacak. Derdimiz, bu mutluluğa yaşarken ulaşabilmek, O’na bu dünyadayken muhatap olabilmektir.
O’nunla teke tek kalmak için aradakileri çıkarmak zorundayız. Bunun için önce arada ne var onları bilmek gerekir. Bilmek, aradakilerin hakikatine ermektir. Bu ancak tefekkürle başarılabilir. Tefekkür, hikmete, hikmet ise eşyanın hakikatine götürür. Eşyanın hakikati niye yaratıldığını bilmektir. Eşya yani şeyler, her hal ve kârda zevâle mahkûmdur. Hakikatine erdiğimiz şeye gönlümüzü bağlamaz, onu aradan çıkarırız. Zaten bir şeyin hakikatine ermek o şeyin bizatihi zevale mahkûm olduğunu gösterir. Zevali olmayanın hakikati kapsanamayacak kadar yücedir. Hakikatine er(e)mediğimizin meftunu oluruz. Buradan meftunu olduğumuz fani şeylerin hakikatine eremediğimizi de çıkarabiliriz, yegâne meftunu olunacağın sadece O olduğunu da… Meftunu olduğumuz her “gayr” şey bizim O’nunla teke tek kalmamıza bir şekilde engeldir.
Tefekkür teke tek kalmak yolunda en önemli azığımızdır. Etrafta O’na dair sayısız işaret bizden bir çaba beklemektedir. Etraftaki ve yoldaki işaretleri “okursak” şeylerin hakikatine ermek noktasında bir yolculuğa başlarız. Bu yolculuğun azığı tefekkür, biniti etrafta zahir cevapların işaret ettiği kendimize has soruyu bulmaktır. Âlem cevap olmuş bizim kendimize has sorumuzu bulmamızı beklemektedir. O soru “benden murat nedir” sorusudur. Sorusunu bulan eşyanın hakikatine erme yolunda binitine kavuşmuş demektir; o, tez zamanda cevabını bulacaktır. Yolculuk, soruyu bulmak ve sormakla başlar. Sorusunu bulana kâinattaki her şey elbirliği ile cevap vermek üzere koşturur. Aradan engeller kalkar, sadece O ve kulu kalır.
Hayat, kulu O’nunla teke tek bırakmak içindir.