
Kader kelimesine kozmik plan demek, kelimelerin kendine has uhrevi hâlini yok edip tamamen maddeci söylemlerle üzerini kapatmak ve ne hikmetse (ve nasıl oluyorsa) insanlar arasında modern (!) bir dil kullanıyor edasına sahip olmak, olabildiğince komik bir durum.
İki kadın karşılıklı oturuyor. Ellerinde kahveler. Gülüşmeler, konuşmalar. Bir tanesi başından geçen üzücü bir olayı anlatmaya başlıyor. Diğeri pür dikkat dinliyor. Anlatılan olay bittikten sonra dinleyen kişi şöyle bir yorumda bulunuyor:
“Üzülme canım, senin kozmik planında bu yazılıymış.”
Takriben ilk beş dakikamı “kozmik plan” söyleminin ardından yaşadığım med-ceziri üzerimden atmak için harcadım. Çünkü o kişinin aslında söylemek istediği cümle, mealen şu anlama geliyordu:
“Üzülme canım, senin kaderinde bu yazılıymış.”
Kulağa ne kadar tuhaf geliyor değil mi? Kader kelimesine kozmik plan demek, kelimelerin kendine has uhrevi hâlini yok edip tamamen maddeci söylemlerle üzerini kapatmak ve ne hikmetse (ve nasıl oluyorsa) insanlar arasında modern (!) bir dil kullanıyor edasına sahip olmak, olabildiğince komik bir durum. Aslında bunun benzerlerini uzun zamandır duyuyoruz günlük yaşantımızda. Mesela birisi vefat ediyor. Belli cenahtan insanlar “nur içinde yatsın” derken, bunu söylemenin adeta “yobazlık” sayıldığını düşünen ekol mensupları “üzerine yıldızlar yağsın” demeyi tercih edebiliyorlar. Ya da “Allah’a dua etmek” eylemini, “sen evrene ne mesaj gönderirsen, evren de sana öyle cevap verir” diye bir kavram kargaşası şeklinde kabullenmeyi tercih edebiliyor insanlar. Aslında işleri zorlaştırıyorlar. Bir de “kozmik plan” ifadesini kullanan insanların bırakın metafiziği, fizikten bile anlamadıklarını düşünürsek, karikatüristlere iyi malzeme verdiklerini söyleyebiliriz. O kişiyi muhatap sayıp “kozmik plan nedir” sorusunu yöneltsek, cevaben kader kelimesini duyduğumuzda kendisine bir bardak soğuk su ısmarlayabiliriz. O ifade üzerine ancak bir bardak soğuk su içilir zira.
Bundan beş yıl önce kendi arşivimde bulduğum Hilmi Yavuz’un “Dilin Sömürgeleşmesi” başlığıyla kaleme aldığı bir köşe yazısında şöyle bir tespit yer alıyor: “Bir dilin bozulup bozulmadığını, yozlaşıp yozlaşmadığını, bana göre elbet, iki kriter tayin eder: Birincisi, gündelik konuşma dilinde iletişimin tam anlamıyla gerçekleşip gerçekleşmediği; ikincisi de, konuşma dilinin değil, ama yazı dilinin (ya da edebi dil’in) verili edebi dil geleneğinden kopmuş olup olmadığı!”
Dilin kendine has edebi özelliklerinden yoksunluğu buna sebebiyet verirken, öte yandan insanların manevi kıstaslara bakış açıları o denli seviyesizleşti ki; insanlar Mevlana Hazretleri’nin tasavvufi sözleriyle ceplerini doldururken, namazından bahseden olmuyor nedense. Tabii bir de çoğu insan o sözleri mecazi aşka bürüyüp sevdiğine kısa mesaj olarak gönderiyor. Aynen Yavuz Sultan Selim’in kulağındaki küpeyi görüp de bıyığını görmeyen manevi renk körü toplum mensupları gibi… Yani işimize gelene eyvallah deyip, gelmeyene sırtımızı dönmek gibi…
İşte dil de aynen bu durumlarda olduğu gibi kişiselleştirilebiliyor. İnsanlar sadece “dini bir çağrışım” yapmaması açısından kader kelimesini kozmik plan olarak değiştirebiliyor. “Nur” demek, insanlar arasında gerici bir zihniyete sahip olduğunuz anlamına gelebiliyor mesela. Onun yerine ışık ya da yıldız demeniz, sizin toplumdaki statünüzün artması açısından olumlu etki oluşturacaktır (!) inanın. Bundan altı yıl önce “secret felsefesi” diye bir hadise peyda olmuştu. Diğer bir ifadeyle “çekim yasası” da deniliyordu. Siz hayata ne sunarsanız, hayat da karşılığında size onu verir diye de ekliyordu, bu çekim yasasını hayat felsefesi haline dönüştürmüş insanlar. Biz “ya hu kardeş, aç ellerini iki kelam dua et” diye veryansın ederken, zihinlerini çekim yasasıyla örgütlemiş insanlar, evlerindeki yeşil renkli vazoyu kapının girişine koyduklarında, koltukları güneye doğru çevirdiklerinde hayattaki her şeyin istedikleri gibi gideceğine inanıyorlar. Gerçekten tuhaf. Aslında her şey, namaza bir “meditasyon” gözüyle bakmayla başladı sanırım. Sonra alternatif (!) eylemler, yoga vs. çıktı ve eylemlerimizin ardından dilimize kadar sömürdü bizi bu Batı toplumu.
Allah zihinlerimizi korusun, hayatlarımızı bir yeşil vazonun durduğu yere göre değiştirmesin. Dilimizi dinimizden alı koymasın. Aksi halde şu an bu yazıyı okuyor olmak sizin kaderinizde değil, kozmik planınızda yazar ona göre.