
Batılılar zahirde olumlu şeyler söylemelerine rağmen, çoğu zaman bilinçaltları ortaya çıkıyor ve klasik ilhamlarda bulunuyorlar. Böyle bir yaklaşımdan Batı`daki hiç bir dini ya da siyasi liderin kısa veya uzun vadede kazanç sağlaması mümkün değil.
atı-dışı aydınların terakki fikriyle büyülendiği, "geri kalışımızın" sebeplerinin sorgulandığı, Batılıların dünyanın büyük bir kısmına hâkim oldukları ve dünya çapında dini araştırmaların bugünkü gibi gelişmediği 19. yüzyılda yaşasaydık ve Papa da böyle bir söz sarf etseydi, Papa`nın sığ konuşmasına entelektüel düzeyde cevap vermenin bir anlamı olabilirdi. (19. yüzyıl Papalarının böyle bir beyanatta bulunacak vakitleri yoktu zaten, onlar sekülerizmin hücumuna cevap yetiştirmekle uğraşıyorlardı ve savunma durumundaydılar. O zaman İslam dünyasını terakki fikrine inanan aydınlar yargılıyordu. Bugün dikkat çeken şey, Papa`nın küresel güç odaklarıyla el ele verip, medeniyetler çatışması tezine eklemlenmesidir.) Aynen Namık Kemal`in, Ernest Renan`ın "İslam`da bilim yoktur" tezine cevap vermesi gibi
Fakat yeryüzündeki Batı hegemonyasına ciddi tepkilerin olduğu, İslam dünyasının güçlü asabiyesi ve özgüveniyle "Ben de varım" dediği ve bu çerçevede ezenlerle ezilenler arasındaki güç ilişkilerinin yeniden tanımlandığı bir "ara geçiş" döneminde Papa`nın konuşması hakkında farklı okumalar geliştirmek gerekiyor. Çünkü Hıristiyanlık ve İslam Kelâm`ı hakkında birazcık çalışmış bir insan bile, akıl-nakil ilişkisi üzerine daha dengeli şeyler söyleyebilir. Ya da Katolikliğin ve İslam`ın savaş tarihinin genel bir karşılaştırılması bile Papa`nın söylediklerinden çok farklı bir görünüm ortaya koyar. Hıristiyanlık çalışanlar, Hıristiyan dogmaları karşısında, Kierkegaard`ın "iman sıçrayışını" yapamamış bireylerin nasıl bir inanç kriziyle karşı karşıya kaldığını bilirler. Ya da "kilise dışında kurtuluş yoktur" öğretisinin Katolikliği diğer din ve mezheplere karşı ne kadar tahripkâr kıldığını. Ya da Hıristiyanlığın tarih boyunca var olan en savaşçı dinlerden biri olduğunu. Daha da ötesi, Şinasi Gündüz`ün "Dinsel Şiddet: Sevgi Söyleminden Şiddet Realitesine Hıristiyanlık" kitabında tafsilatı şekilde anlattığı gibi, Hıristiyanlıkta Tanrı`nın bizzat şiddet eylemi içerisinde bulunmasının (kendi oğlunun çarmıha gerilmesine izin vererek) Hıristiyan teolojik geleneğinde şiddetin meşruiyetine dair oluşturduğu derin tartışmaları.
Papalık makamındaki bir Hıristiyan din adamının bütün bunları görmemesi, bilmemesi beklenemez. Ayrıca, 2. Vatikan konsilinin diğer dinlere karşı ılımlı duruşundan sonra, İslam hakkında bu tarz ifadelerin kullanılması da anlaşılabilir değildir. Kısaca Papa kendi statüsüne zarar verecek, imajını zedeleyecek, koca bir coğrafyayı karşısına alacak derecede yanlış sözler sarf etmiştir. Bütün bunları yaparken Hıristiyanlık içerisindeki 2. Vatikan`ın ruhuna ve diyalog çabalarına sıcak bakan teologları, medeniyetler uyumu tezlerini sahiplenenleri ve İslam dünyasını karşısına alıyor. Bir dini liderin böyle bir tavır geliştirebilmesi için ya çok basiretsiz olması ya da söyledikleriyle çok kesin bir kazanç elde edebileceğini düşünmesi gerekir. Bu durumu anlayabilmek için gizli ilişkilerin biraz daha aydınlanması gerekiyor. Her halükarda bir din adamının sırf pragmatik, stratejik açıdan baksa bile söylememesi gereken sözler.
Papa bu sözleriyle, genelde Batı`nın özel`de Katolikliğin nüfuzuna karşı en büyük meydan okuma olarak görülen İslam dünyasını zaptu rapt altına almak için medeniyetler çatışması savunucularının ekmeğine yağ sürüyor. İslam`ın Katolikliğin en büyük lideri tarafından şiddetle özdeşleştirilmesi, şu ana kadar `fundamentalist`, `aşırı`, `radikal`, `İslamofaşist` gibi sıfatlarla anılan sömürgecilik karşıtı hareketlere bir darbe daha vurmayı amaçlıyor. Batılılar anladılar ki İslam dünyası siyasi ve ekonomik açıdan zayıf olmasına rağmen, halen İslam`a bağlı dinamik bir nüfusa sahip ve bu nüfus Batı hegemonyasına boyun eğmeye razı değil. Ne kadar tepkisel, ne kadar olgunlaşmamış projelere sahip olurlarsa olsunlar, Müslüman halklar İslam`dan kaynaklanan büyük bir öz güvene, ortak değerler etrafında yoğunlaşan büyük bir asabiyet duygusuna sahipler.
Karikatür çiziyorsunuz, Diyarbakır`dan Endonezya`ya kadar insanlar sokaklara dökülüyor. Bir söz sarf ediyorsunuz, Pakistan`da Meclis kararıyla kınanıyor, Türkiye`de Diyanet İşleri Başkanınca eleştiriliyorsunuz. Tarihsel olarak baktığınızda, Müslümanlar İslam`dan yola çıkarak büyük bir medeni sistem kurmuşlar ve Batı medeniyetini belli bir zaman diliminde Avrupa`ya hapsetmişler. Mevcut Batı toplumlarına baktığınızda İslam en hızlı yayılan din. Amerika`da ihtida ve göç faktörlerini dikkate almadan sırf doğum oranlarına bakarak bile İslam`ın 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Yahudiliği geçip ikinci büyük din haline geleceği ifade ediliyor. Avrupa`nın da bazı ülkelerinde İslam ikinci ya da üçüncü en büyük din. Katoliklik ise kredibilitesini çoktan kaybetti. Amerika`dakinin tersine Kıta Avrupa’sında Katolikliğin siyasileşebilmesinden bahsetmek pek mümkün değil. Katoliklik Kıta Avrupa’sında kötü bir mirasa ve hafızaya işaret ediyor.
Böyle genel bir resim içerisinden bakarak, birçok siyasi ve dini lider son yıllarda talihsiz açıklamalarda bulundu. Bush `Haçlı seferi` dedi, Berlusconi `İslam terakkiye manidir` dedi ve son olarak Papa İslam-şiddet denklemini kurdu. Batılılar zahirde olumlu şeyler söylemelerine rağmen, çoğu zaman bilinçaltları ortaya çıkıyor ve klasik ithamlarda bulunuyorlar. Böyle bir yaklaşımdan Batı`daki hiç bir dini ya da siyasi liderin kısa veya uzun vadede kazanç sağlaması mümkün değil. Yeryüzündeki bir milyar küsür insana mütemadiyen sembolik şiddet uygulayarak, ancak `küresel bir aparthaid` `Aparthaid` kavramı, Güney Afrika`da 1948-1994 yılları arasında beyaz olmayan insanlara karşı uygulanan siyasi, ekonomik ve hukuki ayrımcılığı ifade etmek için kullanılmaktadır.
Eleştirel sosyal bilimciler, mevcut dünya düzeninin eşitlikçi olmayan doğasına işaret etmek için bu kavramı genişletmektedir. (ırk ayrımcılığı) kurabilirsiniz. Wallerstein çoktan yazdı, Fransız devriminin iki yüzüncü senesinde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ideallerinde ne kadar mesafe kaydettiğimizi veya daha doğru ifadeyle kaydetmediğimizi. Kendisini sınırsız sermaye birikimine adamış acımasız ekonomik-politik-askeri yapılanma başörtülüleri, tarikatları, İslam dünyasını anlamaya yanaşmıyor. Aynen dünyanın diğer ezilen halklarını da anlamaya yanaşmadıkları gibi. İslam dünyasına ve diğer ezilen halklara dair derinlikli, sempatik araştırmalarla, kamuoyunu belirleyen medyatik temsiller arasında bir köprü kurulmazsa, dünyanın başı daha çok ağrıyacağa benziyor. Küresel aparthaid`in çıkmaz yol olduğunu Bush`un da, Papa`nın da anlaması gerekiyor.