Her niyet bir emeldir. Sözlüklerde: “Bir şeyi yapmayı önceden kurma, zihinde tasarlama, yapmayı aklına koyma, yapmaya karar verme” şeklinde tanımlansa da bütün bu; kurma, tasarlama, karar verme işlemleri, sonuç itibariyle bir amaca ulaşmak içindir. Kısacası; niyetimiz amacımızdır.
Beyin Derler Buna
Biz yazarlar, tembel insanlarız. Bütün gün masa başında oturup; gazete, kitap ve diğer dergileri okur, televizyon seyreder, sonra da olan biten hakkındaki düşüncelerimizi yazar, kendimiz başka hiçbir şey yapmaksızın; oturduğumuz yerden başkalarının bizim düşüncelerimizi hayata geçirmesini bekleriz… Dışarıdan böyle görünüyor. Oysa bu; iş işlemeyi, sadece fiziksel değişim sağlamak sanan zânilerin bakış açısıdır. (Not: Zani kelimesi burada zina eden manasında değil, zanneden; zan ile hüküm veren anlamında istimal edilmiştir ki bu kullanımın daha önce bir örneği görülmemiştir. Ben yaptım oldu.)
Gerçekse şu şekildedir: Toplum bir vücutsa; yazarlar onun beynindeki fikir hücreleridir. Misal: Beyin solumaz. Sindirmez. Görmez. Yürümez. Süzmez. Duymaz... Ama o “Solu!” demese akciğerler buruşur. “Sindir!” demese mide çatlar. “Gör!” demese göz şaşırır. Bacaklar tutmaz. Böbrekler büzüşür. Kulaklar çınlamaz… Keza; fiili hiçbir devinimi olmayan o sinir topağı; vücut enerjisinin yüzde yirmi beşini tek başına kullanır. Çok mu?!.
Her Hak Söz Bir Ayettir
İnsanoğlu hep bir uzun yaşama, mümkünse hiç ölmeme sevdası peşinde. Haksız da değil hani. Allah koymuş insanın içine beka sevgisini. O beka sevgisi ki “baki olmanın tek yolunun Allah’la birlikte olmak” olduğu gerçeğine götürür insanı. Batıl yahut abes değildir yani. Sorun; insanın bekayı bu dünyada araması. Bu dünyada beka bulma arayışlarının bir sonucu olarak: Gazete, televizyon, internet vb. ortamlardaki çeşitli haberlerde; uzun yaşayanların ne yediğinin araştırıldığını görüyoruz. Sık sık. Oysa belki de ne yediklerinden ziyade ne yemediklerine bakmak daha akılcıdır… (Şimdi buraya az yemenin gereği ile ilgili birkaç ayet veya hadis yazmak vardı da… Lakin ne gerek var? Söylenen her hak söz ayet değil midir zaten? Zaten ayetler de hak sözlerdir.)
Irkçılık Bir Avrupalı Hastalığıdır
Türk’üm. Türklüğümle gurur duymuyorum. Kürtlere, Boşnaklara, Lazlara, Ermenilere, Abazalara, Çerkezlere, Çeçenlere… de Kürtlükleriyle, Boşnaklıklarıyla, Lazlıklarıyla, Ermenilikleriyle, Abazalıklarıyla, Çerkezlikleriyle, Çeçenlikleriyle… gurur duymamalarını öneririm. Milliyetimizi kendimiz seçmedik. Edinmekte hiçbir dahlimizin olmadığı bir mensubiyetle, bir unvanla övünmek saçma değil mi? Beni bir Türk olarak yaratan Allah. Bunun için Ona minnettarım. Sonuçta içinde bulunduğum durumdan pek de memnun olmadığım söylenemez. Sorun kişilerin kavimlerini sevmelerinde değil zaten. Bununla övünmelerinde. Çünkü her övünme; üstünlük iddiası içerir. Kavmiyle övünen birisi, en azından kendi kavminin diğerlerinden üstün olduğunu ima etmektedir. Ki yok böyle bir şey. Övünebilirsem, insanlığımla övünmek isterim. Çünkü insan doğulmaz, olunur. Kişinin insanlığı kendinde açığa çıkarabilmesi çaba gerektirir.
“Doğuştan insan değilsek neyiz peki?” diyenler! Âdemiz. İnsanlık, Allah’ın kişiyi hilafetine layık gördüğü yüksek bir seviyedir. İnsanlığı bir kariyer olarak görecek olursak; kimse öyle en tepeden başlamıyor diyebiliriz. Bu; semalarla ilişki halindeki İslam medeniyetinin vahye dayanan bakış açısıdır. Irkçılıksa bir Avrupalı hastalığıdır. Ki onların semalarla, vahiyle ilişkisi pek azdır.
Ameller Emellere Göredir
Her niyet bir emeldir. Sözlüklerde: “Bir şeyi yapmayı önceden kurma, zihinde tasarlama, yapmayı aklına koyma, yapmaya karar verme” şeklinde tanımlansa da bütün bu; kurma, tasarlama, karar verme işlemleri, sonuç itibariyle bir amaca ulaşmak içindir. Kısacası; niyetimiz amacımızdır. O halde; diyebiliriz ki: “Ameller emellere göredir.” Peki, ben şimdi ne yapmış oldum? “Ameller niyetlere göredir” sözünü bir başka şekilde açıklamış oldum. Niye? Çünkü anlayışlar çeşit çeşit. Ola ki birileri de bu şekilde daha iyi anlar.
Gerçek Tektir
İşte bu; anlayışların çeşit çeşit olması nedeniyle Hz. Ali’nin (r.a.): “İlim bir nokta idi. Cahiller onu çoğalttı.” sözünün işaret ettiği hal husule gelmiştir. Hakikatin, algılama ve anlama şekilleri farklı farklı olan insanlara açıklanabilmesi için bunların her birine göre başka başka anlatımlar, değişik misaller sunulmuştur. Böylelikle ortaya çok ve farklı “görünen” bilgiler çıkmıştır. Oysa her şey gibi hakikat de tektir.