
Her coğrafya kendi dilini konuşur. Her insan kendi coğrafyasından konuşur. Ama esas coğrafyasını nakzetmeden coğrafyalar üstü konuşmaktır, çünkü hakikatin dili zamanın olduğu kadar coğrafyaların da üstündedir. Kendi coğrafyasını aşamayanlar kendi dilini hakikatin dili sanırlar.
Afrikalı öğrencilere vereceği seminer öncesi biraz heyecanlıydı. Aslında alışıktı böyle konuşmalara ama muhatapların farklı kültürlerden gelmiş yabancılar olması işin rengini değiştiriyordu. Ne konuşacağından daha ziyade nasıl bir dil kullanması gerektiğinin önemli olduğunu düşünüyordu. Salona girdiğinde önceki seminercinin konuşmasının devam ettiğini gördü, oturup dinlemeye başladı:
- Size tavsiyem, buradan memleketlerinize döndüğünüzde Türkiye’yi unutmamanızdır. Burada size yapılan iyilikleri ve iyilik sahiplerini unutmayın. Sahibine nankörlük yapan köleler gibi olmayın. Yanlış anlamayın, kölesiniz demek istemiyorum, ama size yakışan vefalı olmaktır.
Duyduklarının etkisi ile bakışlarını hemen dinleyicilere çevirdi. Çikolata renkli yüzleri alelacele taramaya başladı. Nasıl tepki vereceklerini hemen anlamalıydı, şu an dünyanın en önemli işi buydu. Acaba ne hissediyorlar, şu an ne düşünüyorlardı? Her baktığı yüzden sanki sırtına bir utanç geldi oturdu, her karşılaştığı gözden ayrı bir acı devşirdi. Elleri, yüzü yanmaya başladı. Yer yarılsa içine girse yine bu üzerindekini atamazdı. Dişlerini sıktı, başını önüne eğdi. Artık ne söyleyeceğinin de nasıl söyleyeceğinin de önemi kalmamıştı.
***
Mağdur ve mazlum olmanın bir dili var. Zengin ve mağrur olmanın da… Her dilin bir rengi var. Her renk seveni ve sevmeyeni ile renkler içinde bir yer kaplar. Nasıl her renkle diğerine üstünlük taslanmaz, her insanlık halinin ve duruşunun da dili, diğerine üstünlük taslamaz, taslamamalıdır. Üstünlük hakikatin dilindedir.
Hakikatin dili, bütün renkleri içine alan, bütün renklerin içinden çıktığı, bütün insanlık hallerinin ve duruşlarının üstüne çekilmiş bir kubbe gibidir. Hakikatin dili aşkınlığın dilidir. Zamanla, zeminle ve fani insanla mukayyet her dil, hakikatin dilinden bir şubedir ve fakat hakikatin bizatihi kendisi değildir.
Her coğrafya kendi dilini konuşur. Her insan kendi coğrafyasından konuşur. Ama esas coğrafyasını nakzetmeden coğrafyalar üstü konuşmaktır, çünkü hakikatin dili zamanın olduğu kadar coğrafyaların da üstündedir. Kendi coğrafyasını aşamayanlar kendi dilini hakikatin dili sanırlar. Her dil, sahibinin gerçekliği ve özgül ağırlığı kadar muhatabının kulağına dolar. Hakikatin dili ise kulakların, idraklerin ve özgül ağırlıkların ötesindedir. O herkesi sarar, herkesi kapsar; herkes o dilden nasibi kadar hakikati anlar. Kimse onun üstünde konuşamaz. Kimse onu kendi gerçekliğine teşne yapamaz. Hakikat herkese kendi dilinden konuşur. O konuşunca bütün diller lâl olur, hakikat konuşunca sadece susulur.
Hakikatin dilini kim konuşur? Hak tabii ki… Hakkı temsil eden Kitap ve hayatı ile Hakkı temsil etmiş En Güzel İnsan hakikat dilinin sesli/sessiz nutkudur. Onlar konuşunca susulur, onların dilinden konuşana da susulur, onların dili ile konuşan karşısında da ancak susulur. Ama hakikatin dilini, kendi gerçekliğine, geçici ve mevzi duruşuna takıp götürmek isteyenler olur; bunlar karşısında susulmaz. Eğer öyle olursa orada vicdan susmaz, susamaz, çünkü hakikatin hatırı bunu kaldırmaz.
Dilimizi coğrafyamızın, gelip geçici halimizin ve duruşumuzun üstüne çıkarmak istiyorsak hakikatin dili ile konuşmak zorundayız. Hakikatin dili vicdanın dilidir. Her karşılaştığımız ya dinde kardeşimiz ya da hilkatte eşimizdir. Herkesi kapsayacak, herkese anlamlı gelecek dil ve üslup, herhangi birimizin merkezde olduğu, kendi tarihi gerçekliklerimizi mutlak doğru olarak referans alan bir dil değil, hepimizi Yaratan karşısında aynı yerde buluşturan imtihanımızın ve varoluş amacımızın dilidir. Hakikatin dili senden bana, benden sana doğan ve gelişenin merkezde olduğu bir dil değildir; hakikatin dili, O’ndan hepimize inen, hepimizden O’na yükselenin merkezde olduğu, bu yüzden herkese anlamlı gelen fıtratın dilidir.
***
Sıra kendisine geldiğinde yüzü ve kulağı hâlâ yanıyordu. Heyecanlı bir üslupla konuşmaya başladı:
- Buraya size tek bir şey söylemeye geldim. Kimseye borçlu değilsiniz. Kimseye teşekkür etmek zorunda değilsiniz. Teşekkürünüz sadece Allah’a olmalıdır. Üzerinizde nimet olarak ne varsa O’nun lutfudur. Hiçbirimizin imtihanı bir diğerinden farklı değildir. Allah herkesi üzerindeki nimetlere göre sorguya çekecek. Sizi buraya getiren, okutan, burs veren, imkân sağlayan öncelikle kendi imtihanını düşündüğü için bunları yapıyor. Ona teşekkür edersiniz, etmezsiniz, bu sizin insanlığınıza kalmış. Ama kimse bunu sizden beklemez, bekleyemez. Öncelikle teşekkür etmeniz gereken size bu nimetleri bahşeden Rabbinizdir.
Sonradan o anı anlatırken “simsiyah bir yüz nasıl aydınlanırmış, gördüm ve şükrettim” diyecekti.