Kimse ve hiçbir şey değişmez, ancak sen değişirsin. Sen değişirsen her şeyin değişebileceğini ümit edebilirsin. Ama sen değişmezsen ne imtihanın, ne imkânların ne de şartların değişeceğine dair bir ümit hakkın olmaz, çünkü değiştirmek bizimle alakalı bir keyfiyet değildir, biz istediğimizi değiştiremeyiz. Hattızatında biz hiçbir şey değiştiremeyiz. Değiştirebildiğimiz ancak kendimizdekilerdir. Onları değiştirme iradesini göstermek ise her şeyin değişebilmesinin önünü açmak demektir.
Yeni bir sahneye giriyorsun, hayırlı olsun. Beklentin, yeni insanlar, yeni bir çevre, yeni ilişkiler ve yeni bir hayattır. Çoktandır hayalini kurmuştun zaten. Ama uyarayım; ilk elde fark edemeyeceğin, loş bir odada gözlerin zamanla alışması gibi zamanla fark edeceğin bir gerçek seni bekliyor: Aslında hiçbir şey değişmemiş olacak. Evet, acı ama gerçek budur; bulduğun, maalesef umduğun olmayacak, bulduğun, terk edip geldiğin olacak. O kadar tanıdık, o kadar aşina yani…
Yeni bir sahneye gireceksin. Farklı insanlar ve yeni bir kurgu sana “hoş geldin” diyecek. Ama işin özünün değişmediğini tez zamanda göreceksin. Eski sahnedeki rolün, neredeyse kelimesi kelimesine eline tutuşturulacak. Jest ve mimiklerinde belirgin bir fark gözükmeyecek. Tepkilerin, sevinçlerin, üzüntülerin değişmeyecek. Şaşıracaksın. Eski sahnede kendini gördüğün yer, neredeyse eskisinin tıpkısı olacak. Soracaksın: “İnsanlar ve yerler bu kadar mı birbirine benzeyebilir, bu kadar mı değişmez hiçbir şey, ben hep bu kurguya mı mahkûmum?” İnsanların sana yaklaşımı niye hiç değişmez, anlam veremeyeceksin. Mesafeler neden hep aynı kalmıştır, çözemeyeceksin. Neden istemediklerin yine aynı o yerdedir, istediklerin yine neden ulaşılmaz bir yerdedir, üzüleceksin. Evet, burası yeni bir sahnedir, hayatında yeni bir devre başlamıştır, yüzler farklı, kurgu farklıdır, ama nitelik değişmemiştir, imtihan aynıdır, dert aynıdır, seni aynı yerden vurup, aynı yerde durduran yine orada aynı kalmıştır.
Neden böyle olmuştur ki?
Sen değişmemişsindir çünkü. Sen değişmeden etrafındaki hiçbir şey değişmez. Sahnenin niteliği, insanların yaklaşımı, ilişkilerin kalitesi ancak sen kendini çoğalttığında, farklılaştırdığında, niteliklerini geliştirdiğinde, sahip olduklarını iyi ve doğru yerlerde kullandığında değişir. Sahne, ancak sen değişirsen farklı bir oyun ve senaryo ile perde açar. O oyunda eski sahnedeki rolün olmaz o zaman, insanlar o zaman farklılaşır, ilişkiler yeni “sen”in önündeki yeni kurguya uygun, ancak o zaman işte, yeniden tasarlanır.
Çünkü kardeşim, bizleri şu içinde olduğumuz kurguya bir yerleştiren var. O’nun bizden bir beklediği var. Beklentisi verdiği ile uyumludur. Verdiğinin nasıl kullanıldığını görmek istiyor. Verdiği ile yapabildiklerimiz ya da yapamadıklarımız, önümüzde açılıp kapanan kapılar anlamına geliyor. Beklenti, sadece rolümüzü iyi kesmemiz değildir; beklenti, aynı zamanda rolümüzün gerektirdiği o davranış modelini içselleştirmek, onu benimsemek, ona uygun bir hayat yaşamaktır. Bunu rıza ile yapanı yeni bir ortama transfer ediyorlar. Bu tıpkı sınıfı geçmek gibidir. Sınıfını geçen, bir önceki başarı kriterlerini aşmış oluyor. Artık ona yeni konular, yeni gelişme alanları ve yeni imtihan konuları veriliyor. Bir önceki sahnede başarı ile kendisini göstermiş oyuncu, yeni imtihan ortamında, yeni dekora ve yeni insanlara muhatap oluyor. İşte o zaman etraftaki her şey ilginç bir şekilde farklılaşıyor. Artık dekor farklı, sahne farklı, insanlar farklıdır; ona düşen, bu yeni kurguda yeni rolünün hakkını vermek, yeni imtihan konularından, yeni senaryo ve davranış kalıpları ile alnının akı ile çıkmaktır. Ta ki bir sonraki sahneye kadar…
Neymiş? Başkası değişmez, ortam değişmez, insanlar değişmez, ancak sen değişirmişsin. Evet, kimse ve hiçbir şey değişmez, ancak sen değişirsin. Sen değişirsen her şeyin değişebileceğini ümit edebilirsin. Ama sen değişmezsen ne imtihanın, ne imkânların ne de şartların değişeceğine dair bir ümit hakkın olmaz, çünkü değiştirmek bizimle alakalı bir keyfiyet değildir, biz istediğimizi değiştiremeyiz. Hattızatında biz hiçbir şey değiştiremeyiz. Değiştirebildiğimiz ancak kendimizdekilerdir. Onları değiştirme iradesini göstermek ise her şeyin değişebilmesinin önünü açmak demektir.
Madem değişiklik istiyorsun, önce kendi nefsinde bir değişim başlatmalısın. Bu ise kardeşim, çoğalmakla olur. Kendini, dostlarını, zamanını ve ümidini “çok” kılmalısın. Artmalı, genişlemeli, yalnız kalmamalısın. Tek kalırsan değişemez, değişim için gereken enerjiyi ve hareketi temin edemezsin. Hayalini kurduğun bir değişim mevsimini başlatmanın yolu kendini çoğaltmaktan geçer. Sana lazım olan budur işte: Çoğalma… “Dört dörtlük” bir çoğalma...
1. Kendini çoğaltmalısın: Kendini tanımadan kendini çoğaltamazsın. Kendini tanımak demek, potansiyelini görmek demektir. Hep aşina olduğun ortamlara takılmak potansiyelini görmenin önündeki en büyük engeldir. Beslendiğimiz, istifade ettiğimiz ortamlarımız olacaktır, onlarla bağımız devam etmelidir, ancak istifade edeceğimizi düşündüğümüz her bereketli ortama ayıracak kaliteli vakitlerimiz de olmalıdır. Ne kadar çok ortam, insan ve vesile ile yüzleşirsek kendimizi o kadar çoğaltırız. Ne kadar çoğalırsak, o kadar mutlu ve mutmain olma vesilesi buluruz demektir.
2. Dostlarını çoğaltmalısın: Dostlarımız, aynalarında kendimizi seyrettiğimiz refiklerimizdir. Onlarla bir yolculuğa çıkmışızdır. Kendileri ile hayata tutunmuş, hayata kendilerinden köprüler kurmuşuzdur. Köprülerin çokluğu ve çeşitliliği ile hayatımızın zenginliği arasında doğru orantı vardır. Ne kadar dostumuz varsa biz de o kadar varızdır. Dostlarını çoğaltan, dünyaya baktığı pencereleri çoğaltır. Her pencerenin gösterdiği ayrıdır; vaat ettiği de, yönelttiği de…
3. Zamanını çoğaltmalısın: Vaktin içinde vakit bulmak, vaktin kıymetini bilmekten öte, ânı yaşamakla alakalı bir şeydir. Ânını kıymetlendirenler, ânının hakkını verenler, ânlarının çok kılındığını, ân içinde ânlar bulduklarını fark ederler. Ânın hakkını vermek, o ân en faydalı ve lüzumlu ne gerektiriyorsa onu yaşamakla mümkündür. Bir de şununla: Ândan gafil olmamak gerekir. Sürekli bir şuur ve duyuş halinde olmak belki ânın akıp gidişini engellemez, ama niye akıp gittiğini cevaplar. Bu ise “ân”layana büyük bir şeydir.
4. Ümidini çoğaltmalısın: Gördüğümüz, aklımızın erdiği ve ümit ettiğimiz, aslında kendi kendimize koyduğumuz engellerdir. Kendi dar havsalamızın, şaşı bakışımızın bize biçtiği ile değil, bizi bizden daha çok bilenin bize biçtiği ile ümitlenmek gerekir. Bizim kendimize biçtiğimiz içimizdeki karanlık yanın bulanıklığı kadar sönük, O’nun bize biçtiği ise azameti ve şanının ululuğu kadar parlaktır. Kendi dar ümitlerimizi satıp, O’nun bizden istediğinin yüce ufuklarını almak gerekir. Ümidimizi O’nun bizden beklediği kadar çoğaltmak, O’nun hakkımızdaki muradını ümitlerimizin şahı yapmaktır.
Kendini, dostlarını, zamanını ve ümidini çoğaltırsan değişirsin, değişirsen değiştirme şansın doğar. Çoğalmadan değişemez, değişmeden değiştiremez, istediğin değişim rüzgârını estiremezsin.