
Sokakta, polislerin önünde eli kelepçeli birini görünce ona acırız; “Hür olma nimetini kaybetmiş o zavallıyı kim bilir nereye götürüyorlar, ne yapacaklar, hangi hapishaneye atacaklar, hangi hücreye tıkacaklar?” diye içimiz sızlayarak düşünürüz.
Bunun gibi, bazen sokaklarda, bazen camilerin önünde kötürümler, çolaklar, körler, yüzleri, elleri çıbanlar içinde kişilere, sakatlara rastlarız; insan olarak onlara acırız. Hâlbuki hepimizin, kötü huylarımızın, ihtiraslarımızın bileklerimize geçirdiği görünmez kelepçelerimiz var; ayaklarımızda ağır zincirler sürüklemekteyiz. Biz; mukadderat polisleri önünde elleri kelepçeli, bir yerlere götürülmekteyiz. Biz, kendimizi hür sanıyoruz ama duygularımızın, hiddetlerimizin şehvetlerimizin esiriyiz. Bundan haberimiz yok!
Uzvî noksanlar, sakatlıklar, maddî hastalıklar, bedenlerimizde görülen çarpıklıklar, çirkinlikler göze görünüyor. Hâlbuki görünmeyen ahlakî, manevî iç hastalıklarımız, iç sakatlıklarımız var; kirliliklerimiz var; bunlar görünmemektedir! Sokaklar, bu çeşit mana hastaları, sakatları ile dolup taşıyor; biz, onları sağlam, mutlu sanıyoruz.
Şeyh Sâdi hazretleri bir şiirinde:
“Her gözü, kulağı, ağzı olan Âdem değildir. Nice şeytanlar vardır ki; âdemoğlu kılığında görünürler. Gerçek Âdem, ahlakı güzel olan kişidir. Yüz güzelliği, daha başka süsler, dünyadaki fânî nakışlara benzer.” diye buyurmuştur.