
Güray Süngü’nün "Kış Bahçesi" isimli kitabında romanın kahramanı bir patatese ağız-göz çizip onunla konuşuyordu. Bu sahnenin Robinson Crusoe ve Cuma‘nın modern dünyadaki iz düşümü olduğunu düşündüm. Modern insan denizde de karada da işte böylesine ortak bir yalnızlık çekiyordu.
Yalnızlık hepimizi kuşatıyor. M. Lütfi Arslan “Yalnız kalmak için henüz o kadar kalabalık değiliz” dese de özellikle başörtülü hanımların cemaat ve sosyal birlikteliklerin içinden uzaklaştıkça yalnızlaştığını düşünüyorum. Birlikte hareket etmek ve cemaat olmak şuurunu kaybettikçe kendi iç dünyasındaki adada öylece oturup bekleyen bu hanımlar, en ufak bir çalkantıda, en ufak bir ruh sendelemesinde depresyona girip varlıklarının anlamsızlaştığı üzerine kafa yorabiliyorlar.
Cemaatlerin sorumluluklarımızı hatırlatan, insanı çekip düzelten, uyaran, yücelten, umutlandıran, kanatlandıran, bazen sarsan tavırları sayesinde insan hem yalnız olmadığını hem de önemsendiğini düşünür. İnsanın yüzlerce kitaptan aldığı bilgi, bir sohbet halkasında bir günde aldığı talimin yerine geçemez muhakkak. Ayrıca cemaatlerin kendilerinden ayrı kalmak isteyen bu hanımları bırakmamak, onları kendi içsel dünyalarında yitirmemek adına çaba sarf etmek gibi bir özellikleri de var.
İnsanlık adına değil kendi adımıza
Diğer yandan 28 Şubat sürecinde yalnız bırakılan başörtülü hanımların bugünkünden daha kalabalık olduklarını düşünüyorum. Bizi bir arada tutan mağduriyetlerimiz ve sıkıntılarımız ortadan kayboldukça her birimiz nefsimiz için nefes tüketmeye başlıyoruz çünkü. İnsanlık adına değil kendi adımıza, ortak vicdan yerine kendi rahatımıza bakmaya başlayabiliyoruz.
Aslında tüm bunları yazmama sebep olan tek şey, yeniden çekilecek olan Huzur Sokağı filmi-dizisi. “Neden televizyonlarda başörtülü karakterler yok?” diyen insanların tepkileri belki de böylesine bir sonuç doğurdu, belki muhafazakar kesimin hoşnutluğu sayesinde kâr hanesini dolduracak birileri. Bunları bilemem ama tek bildiğim şey Huzur Sokağı filminin günümüz yaşantılarında bir karşılığının olmadığı ve fantastik durduğu.
“Hepimiz yalnızız!”
Diğer yandan “Hepimiz yalnızız!” diyen “Büşra” filmini de gerçekçi olmasına rağmen genel ahvali yansıtmaması açısından tehlikeli bulmuştuk. İşte tam da demek istediğim şey bu. Başörtülü kadınlar bu cemaat-birey ikileminde daima arafta kalacaklar. Başlarındaki örtü yüzünden ne cemaatin dışında kalabilecekler, ne de istedikleri halde cemaat ellerini onların üzerinden çekebilecek. “Ben sadece bir bireyim ve kendime has bir yalnızlık hikayem olabilir...” deseler bile büyük hikaye onları daima kollamaya devam edecek. Es kaza bir başörtülü karakter dizide eşini aldatmaya görsün muhafazakar kesim rol icabı demeyip senaristlerin icabına bakabilir. Ya da tecavüze uğrayan bir başörtülü karakter tepkileri tetikleyebilir.
Rol icabı olsa bile...
Bunların dışında Türk dizilerinde malumunuz normal sahnelerin olduğu hikayeler yok. Tecavüz, ensest ilişki, ihanet ve şiddet dışında başka konular yok. Bu ülkedeki dizi sektörü bu kadar çığırından çıkmışken ben şahsen cemaatçi ve kollayıcı bakış açımla hiçbir başörtülü karakteri bu sahnelerde düşünemiyorum. Rol icabı olsa bile. İşte bu yüzden başörtülü oyuncuların bu tür dizilerde oynaması ile ancak bir gerilim filmi çekilmiş olur diyorum.
Bir başörtülü kadın dünyanın en yalnız insanı da olsa örtüsünden dolayı daima bir cemaatin hatta islam gibi büyük bir cemaatin kanatları altında olmaya devam edecektir. Dünyada başörtüsünün kutsiyetine inanan tek bir kişi bile kalsa bu böyle olacaktır.
Ey başörtülü kardeşim modern dünyanın sana “Yalnızoğlu yalnızsın” dediğine inanma! Yalnız da olsan yalnız değilsin sen!