
Geçenlerde Başbakan’ın açtığı Mimar Sinan Camisi’ne teravihe gittik. Ataşehir’in en hâkim yerinde yükselen bu devasa anıt ilk anda bir ihtişam hissi verse de sonrasında o ihtişam ile mütenasip bir ihtiram uyandırabiliyor mu, çok emin değilim. Ama bunu normal görmek lazım, çünkü daha yeni doğmuş bir bebekten 40 yaş kemalini ya da irfanını bekleyemeyiz değil mi? Ne demek istiyorum, izah edeceğim. Ama önce başta Mimar Sinan olmak üzere son dönemde inşa edilen büyük camilerle ilgili birkaç mülahazamı paylaşayım.
Mimar Sinan Camisi; AVM’ler gibi kullanışlı otoparkı, idari katı, dükkânları, asansörleri ile modern insana yakışır bir yapı olmuş. Yapıdaki azamet hissinin estetik ayrıntılarla desteklenmemiş olması belki de en büyük eksiklik. Dışarısı püfür püfür eserken, içeride cemaatin yanıyor olması ise ayrı bir dert. Mimar Sinan olsa o tepede kim bilir kaç ay tetkik için dolaşır, rüzgâr hareketlerini tespit eder, camiyi de ona göre konuşlandırırdı, herhalde. Bir hafta evvel de Anadolu yakasının en büyük camilerinden olduğu ifade edilen Güzeltepe’ye gitmiştik.
Her iki cami de ilk bakışta hendesi bir büyüklük duygusundan başka bir his veremiyor. Ama bu zaten başta böyledir. Camileri imar edecek olanlar oraya devam edenlerdir. İbda ve inşası için gayret sarf edenleri takdir etmemek elde değil. Çok anlamlı bu inşa faaliyetleri şehrin sireti ile sureti meczetmek ya da barıştırmak çabasına matuf ki bu noktada geç bile kalınmıştır. Bu anlamda aleyhte yapılan propagandaya aldırmamak gerekiyor. Dindar nesil AVM’lerde mi yetişecek? Tabii ki sureti de sireti de dindar mekanda yetişecek.
Devasa camiler şimdilik cazibeleri olmasa da etrafında meskûn ahalinin kendi kimliklerinin ayrılmaz bir parçası olarak her geçen gün gelişecek, serpilecek ve kemale erişecekler. Siz bakmayın şimdi eksiksiz gözüküveren donanımları ile heybetli duruşlarına… Daha bebek onlar. Onlar da büyüyecek, olgunlaşacak, kemale erecek ve bir cazibe kazanacaklar. Bu süreç etraflarındaki ahalinin kendilerine alakası nispetinde hızlanacak. Şu an bulundukları mekânla bütünleşecek, kondukları yerin kutsal mekânları olacaklar. Bu da zamanla olacak, bir anda değil…
Nasıl büyüyecek bu camiler, biliyor musunuz? Her köşesinde çınlayan tekbirleri işiterek, imamla ayrı müezzinle ayrı coşmayı keşfederek, ezanlar, salalar ve salavatlarla haşyete gelerek, vaaz kürsülerinden yükselen sesle tefekküre bürünerek, yanık bir Kur’an kıraatında içli içli ağlayarak, günde beş defa Rabbe secde edenlerle bütünleşerek ve onlarla beraber ibadet etmeyi öğrenerek… Böyle böyle büyüyecekler; zeminleri Allah için ibadete gelen ayaklarla şereflenecek, bir mümin gönlün hissiyatı ile mermer sütunlarının okşandığını hissedecekler, kubbeye doğru açılmış ellere yağan nurla kubbelerinden aşağıya doğru temizlenecekler, âşık gönüllerden halılarına damlayan gözyaşları ile cennete benzeyecekler. Dahası kimin evi olduklarını bilecekler, kime ait ve kimi ne diye misafir ettiklerinin ayırdına erecekler.
Her gün büyüyecek, her gün ayrı bir irtifa kat edecek, etrafındaki çocuklarla beraber serpilip gelişecek bu camiler… Süleymaniye, Fatih ya da Sultanahmet’le gözünü açmışları ilk elde kesmeyebilirler ama onların da zamana ihtiyacı var.
Bize düşen onların büyümesine yardımcı olmaktır. İş camiyi bina etmekle bitmiyor, zaten cami dikmek diye bir şey yok, camiyi imar etmek var: “Allah`ın mescidlerini, ancak Allah`a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah`tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.” (Tevbe, 9)
Kendisini imar ve ihya edenin camisi de mamur olur.