
Cenâb-ı Hakk’a tahsis edilmesi gereken gönüller, hayatta iken daha ziyâde ne ile meşgul olmuş ise, ölürken de ekseriyetle onunla meşgul olur. Bunun müsbet-menfî sayısız misalleri vardır. Bu yüzden bir mü’min, meylini her an Hakk’a yönelterek istikâmet üzere olmaya gayret etmelidir. Bunun için de sabırsızlığı sabırla; unutkanlığı zikirle; nankörlüğü şükürle; isyanı tâatla; cimriliği cömertlikle; şüpheyi yakîn ile; riyâyı ihlâs ile; günâhı tevbeyle; yalanı doğrulukla; gafleti tefekkürle bertaraf ederek Allâh’a güzel bir kul olmaya çalışmalıdır.
Nitekim Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Ey kardeş, sen, tefekkür ile hayat bulmalısın.
Bedenin, kemik, etten ibâret, hayvanlarda da aynı. Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin. Yani dünya cennetindesin. Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün.”
Hiç şüphesiz, insanoğlu için kaçınılmaz bir hakîkat olan ölüm, herkesin karşısına, yaşadığı hayatın keyfiyetine uygun bir mâhiyette çıkacaktır.
Hazret-i Mevlânâ bu hususu ne güzel ifâde etmektedir:
“Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir.”
“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun, sen kendi hâl ve amellerinden korkuyorsun.
Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun, ölümün çehresi değil, kendi iç dünyanın çirkin yüzüdür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak ağacın cinsine göredir…”
Ölümü bir hüsran olmaktan kurtarıp bir zafere dönüştürebilmek, onu mâtem değil de “Şeb-i arûs / vuslat gecesi” hâline getirmek; ölüm sonrası için arzu edilen saâdet yurduna şimdiden hazırlanıp ölmesini bilenlerin kârıdır.