
İslam’a hizmetlerinden dolayı 1979 yılında Uluslararası Melik Faysal ödülüne layık görüldü. Dünya İslam Birliği’nin kurucusu olan Mevdudî, yüz kırktan fazla eser vererek çalışma azminin ve kararlılığının meyvelerini vermiş oldu.
Haydarabad’ın Aurangabad şehrinde 25 Eylül 1903’te doğdu. Soyu, Şeyh Kutbuddîn Mevdudî’ye uzanır. Şeyh Kutbuddîn 6. yüzyılda Hindistan’da yaşamış ve Çiştiye tarikatının başında bulunan bir zattı. Bu tarikat, Kur’an ışığında aydınlanan ve Hz. Peygamber’in sünneti doğrultusunda yaşamayı gaye edinen bir tarikattı.
Mevdudî, avukat olan babası Seyyit Ahmet Hasan ile birlikte, küçük yaşlarda ilmî meclislere katılma fırsatı buldu. Seyyit Hasan, O’na Kur’an-ı Kerim’i sûre sûre ezberletmekle beraber fasih Arapça ve Urducayı da en güzel şekilde öğretti. Seyyit Hasan oğlunu İngiliz okullarına göndermek istemedi. Bunun da en büyük sebebi Batı medeniyetini yakından tanıması idi. Bu sebeple oğlunu dizlerinin dibinde yetiştirdi. Lakin babasının vefatı, evin tüm sorumluluklarının on altı yaşındaki Mevdudî’nin omuzlarına yüklenmesine sebep olacak ve eğitimini sekteye uğratacaktı.
Fakat genç Mevdudî bu yaşananları engel olarak görmedi ve İslami ilimleri temel eserlerden öğrenip, bu bilgileri güncelleyerek sosyal hayatta bir mücadelenin içine girmiş oldu. Çok okuyor, çok çalışıyor ve çok düşünüyordu. Çevresinde yaşanan zulme sessiz kalmayacak kadar cesur olan Mevdudî, Pakistan’ın kurulması olaylarında Hintli Müslümanlara, bir devlet kurmanın, birlik olup dirlik bulmanın yollarını anlatmakla, gerçek bir lider ruhu ile mücadeleci davranışın örneğini göstermiş oluyordu.
Mücadele hayatına gazeteci olarak başlayan Üstad Mevdudî 1932’de ‘Ey Müslümanlar Kur’an Davetini Yüklenin, Ayağa Kalkın’’ sloganıyla ‘‘Tercümânu’l Kur’an’’ dergisini çıkarmaya başladı. Bu dergi bölgede yaşayan Müslümanların bilinçlenmesinde önemli rol oynadı. Üstad, bu sıralarda Gandi’nin kendisine karşı yapmış olduğu çirkin saldırılarla da mücadele etmek zorunda kaldı. Gandi’nin bu saldırılardaki hedefi Mevdudî olarak görünse de asıl hedefi İslam dini ve Müslümanlardı.
Mevdudî, 1938 yılında Şair Muhammed İkbal’in daveti üzerine Lahor kentine geldi ve ‘İslam dininin hayatın her alanına hâkim kılınması’ hususunda beraber çalışmak için kendisiyle anlaşmaya vardı. Ancak bu olaydan kısa bir zaman sonra Şair İkbal vefat etti.
1941 yılında Cemaati İslami’yi kuran Mevdudî; Pakistan, Hindistan devletinden ayrılarak bağımsız bir devlet oluncaya kadar çalışmalarına hiç ara vermedi. Pakistan kurulduktan sonra da anayasada, ‘‘Allah’ın hükmünden başka hüküm yoktur’’ şiarı için mücadele verdi. Hatta bu mücadelenin gereği, ülkeyi dolaşması hasebiyle bozguncu ve hain olarak nitelendirilip 1948 yılında hapse atıldı. Mevdudî’yi hapse atanlar, ‘‘Allah’ın hükmünden başka hüküm yoktur’’ ibaresinin anayasada yerini almasına engel olamadı.
28 Mart 1953 ikinci kez tutuklanan büyük âlim, 7 Mayıs 1953’te tarihinde serbest bırakılışının ertesi günü tekrar tutuklandı ve idamına hükmedildi. Bu durumu, Üstadın kızı olan Hamira Mevdudî ‘Babam Mevdudî’ isimli kitapta şöyle anlatıyor: ‘Hükümetin aldığı idam kararı kuru otları tutuşturan ateş gibi yayılıverdi. Bütün ülke bir fırtına gibi ayağa kalktı. Kalabalıklar büyük gösteriler düzenlediler. Ülke çapında büyük grevler yapıldı. Herkes bir ağızdan hükümete kararından dönmesi için haykırıyordu. Üstelik tepkiler sadece bizim ülkemizle ya da diğer Müslüman ülkelerle de sınırlı değildi. Yabancı ülkelerde yaşayan Müslümanlar da bu zalim karara karşı isyan bayrakları açtılar. Devlet başkanına ve ordu komutanına dört bir yandan telgraflar ve mektuplar yağıyordu. İnanılmaz derecede büyük ve kapsamlı bir tepki vardı.’
Halkın ve diğer çevrelerin gösterdiği yoğun tepki karşısında hükümet geri adım atmış ve Mevdudî’nin idam cezasını 14 yıl hapse çevirmişti. Ancak Üstadın hükümete karşı devam eden sert tutumu sebebiyle, bu cezaya 7 yıl daha eklenmiş ve 21 yıl hapse karar verilmişti. Bu haber, ailesi başta olmak üzere Mevdudî’nin sevenleri için büyük bir sevinç kaynağı oldu. Öyle ki, kimse Üstadın çarptırılmış olduğu 21 yıl hapis cezasını düşünmüyordu bile.
Sağlık sorunları nedeniyle 1955 yılında Şeyh Mevdudî evine geri döndü. Bu tarihten sonra birkaç kez daha tutuklanıp serbest bırakılan büyük mütefekkir, İslam’a hizmetlerinden dolayı 1979 yılında Uluslararası Melik Faysal ödülüne layık görüldü. Dünya İslam Birliği’nin kurucusu olan Mevdudî, yüz kırktan fazla eser vererek çalışma azminin ve kararlılığının meyvelerini vermiş oldu.
Şehid Seyyid Kutub’un ‘Büyük Müslüman’, Şeyh Yusuf el-Karadavî’nin ‘Islahatçı Mütefekkir’ ve aynı zamanda ‘Toplum Doktoru’, Müsteşar Abdullah Âkil’in ise ‘Çağdaş İslam sancaklarından, mütefekkirlerinden, davetçilerinden biri olarak nitelediği Ebul Âlâ El Mevdudî, 21.09.1979 tarihinde Amerika’daki Buffalo hastanesinde hayata gözlerini yumdu.
Mekanı cennet olsun…