Avrupa’da gerçekleşen seçimlerin hemen hepsinde radikal aşırı sağın dikkat çekici bir şekilde yükselişte olduğu gözlemleniyor. İskandinav ülkelerinden Balkanlar’a neredeyse Avrupa’nın tamamında Nazi ideolojisinin farklı biçimlerini temsil eden ırkçı partiler ülkelerinin siyaset arenasında çok önemli kazanımlar elde ediyorlar. Son Fransa ve Yunanistan seçimlerinde de ırkça partilerin önemli bir başarı elde ettikleri görüldü.
Sosyal politikaların yerini kapitalizmin vahşi kurallarının alması, sosyal sınıflar arasındaki farklılıkların derinleşmesi, ekonomik kriz, artan işsizlik, korkulardan beslenen aşırı sağ partilerin yükselişinin nedenleri arasında sıralanıyor.
Avrupa’nın dışında ırkçı, radikal sağ partilerin tırmanışta olduğu bir başka ülke İsrail.
Filistinlilerin yıllardan beri maruz kaldığı ayrımcı politikalardan şimdilerde bir şekilde işgal altındaki topraklara mülteci olarak gelenler de paylarına düşeni alıyor. Bunun son örneği geçen ay Kudüs’de, savaş ve zulümden kaçarak sığınmacı olarak gelen Afrikalı göçmenleri protesto etmeye yönelik gerçekleştirilen gösterilerde 10 Afrikalı göçmenin evinin kundaklanması ve akabinde çıkan olaylarla görüldü.
İsrailli siyasetçilere göre örneğin Likud Partisi’nin milletvekili Miri Regev’e göre mülteciler birer “kanser”. İçişleri Bakanı Eli Yişai ise “suçlular” ve “tecavüzcüler” diye yaftaladığı mülteciler için; “Buraya gelenlerin çoğu, ülkenin bize, yani beyaz adama ait olmadığını düşünen Müslümanlar.” diyor.
Gerek Avrupa gerekse İsrail’deki faşist, ırkçı partilerin tehdit olarak gördükleri göçmenlere özellikle de Müslüman göçmenlere karşı mücadelede işbirliği içinde olduklarını görmek mümkün.
Hollanda’daki Özgürlük Partisi’nin lideri Geert Wilders, İsrail ’i ziyaret edip ırkçı bakanlarla görüşen Batılı çok sayıdaki aşırı sağcı siyasetçilerden sadece biri. Ziyaretlerinden birinde Wilders, İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’a kaygılarını iletmiş. Diyor ki Wilders; “İslam’a karşı savaşta İsrail ‘ön cephe’dir. Kudüs düşerse, sıra Amsterdam ve New York’a gelir.”