
Ahmet İğdi / Genç Haber Merkezi
Nesneler hakkındaki ilk bilgilerimiz, evvel emirde onların isimlerinin kelime anlamlarıyla sınırlıdır. Bu durum isim düzeyinde bilme şeklinde adlandırabilir. Ancak nesnelerin bir anlamda tabelaları olan adlarının ötesine geçip, dükkânların içine girdiğimizde, önce isim düzeyinde gerçekleşen tanışıklığımız derinleşmekte, eşyanın kabuğundan özüne doğru yapılan bir yolculuğa dönüşmektedir. Bu nokta aynı zamanda nesnelerle duygu düzeyinde bir etkileşime girdiğimiz bir süreçtir.
“Kişi bilmediğinin düşmanıdır” ifadesi belki de eşya hakkındaki malumatlarını isim düzeyinde bilmekten öteye geçiremeyenler için kullanılmıştır. Zira eşyayı isim düzeyinde bilme birçok önyargıya kapı aralayacak bir noksanlığı bünyesinde taşır. Sûfîlerin tatmayan bilmez diyerek, bilmeyi manevi bir tecrübenin meyvesi görmeleri, eşyanın hakikatine ilişkin bilginin duygusal bir tarafının da olduğuna işaret ediyor.
Yukarıda söylenenleri somutlaştırırsak; örneğin bir Kur’an kursu tabelasını gördüğümüzde aklımızda ilk etapta bu bina içinde insanların Kur’an öğrendikleri gelir. Ne ki bu isim düzeyindeki bilgi, Kur’an kursunun yüklendiği ve taşıdığı sosyal, psikolojik birçok anlamı içermediğinden eksiktir.
Kur’an kursu, sosyal ve psikolojik bir dayanışma kurumudur her şeyden önce. Zira mahalle mefhumu buharlaşınca insanlar dert dinleyecek, yara saracak birilerini bir yerleri arar oldular. İşte bu noktada sessizce devreye girdi Kur’an kursları. Kocasıyla arası bozulan, müzmin hastalıkları ruhunu hırpalayan, ekonomik darlıktan beli bükülmüş nice kadınlar, Kur’an kursunda sardılar yaralarını.
Hayatta varlığını ispat edememiş, silikleşmiş, dikkate alınmamış, taltif edilmemiş, bir küçücük övgüden bir tatlı sözden mahrum bırakılmış nice kadınlar şahsiyetlerini fark etmiştir Kur’an kursunda.
Benden bir şey olmaz, yapamam ki, beceremem ki diyen, yaşamları boyunca hiçbir başarı elde edemediklerini düşünen ne kadar çok kadın diplomalarını ellerine aldığında irade edebilmekliklerini derûnî bir biçimde hissetmiştir Kur’an kursunda.
“(Ve) Allah yoluna kendilerini tamamen adamış oldukları için yeryüzünde (rızık aramak niyetiyle) gezip dolaşamayan muhtaçlar(a yardım edin). (Onların durumunun) farkında olmayan, onları zengin zanneder, çünkü (istemekten) çekinirler; (ancak) sen onları (bazı) özelliklerinden tanıyabilirsin: insanlardan arsız bir şekilde istemekten kaçınırlar. Ve onlara ne iyilik yaparsanız, doğrusu Allah hepsini bilir.” (Bakara/273) ayetiyle işaret edilen, fakru zaruretin acılarıyla kıvrandığı halde kimseden bir şey istemeyen nice kadınların kasvetli yüzlerinde umudun gülücüklerini açtırmıştır Kur’an kursu.
Ne var ki bazı nasipsizler, hor görürler Kur’an kursunu. Bilmeden o tabelanın ardında nelerin hissedilip nelerin yaşandığını. Beylik laflar ederler, konuşurlar ileri geri. Biraz da böylelerinin ezberlerini bozmak için içimden, Kur’an kursu tabelalarına “Bu bir Kur’an kursu değildir” yazdırmak geçiyor.