
Taha Kılınç
Altı arkadaştılar. İdealleri vardı. Hayatın acımasız, dostluklarının baki olduğu kanaatindeydiler. Hayatın hoyratlığına karşı en büyük dayanakları da buydu zaten. Bir de imanları...
Altı arkadaştılar. İdealleri vardı. Hayatın acımasız, dostluklarının baki olduğu kanaatindeydiler. Hayatın hoyratlığına karşı en büyük dayanakları da buydu zaten. Bir de imanları... Ama İslâm’ı ‘körü körüne yatıp kalkmak’ olarak değerlendirmiyorlardı. Namazlarını düzenli olarak kılamasalar da, ‘körü körüne yatıp kalkanlar’dan daha diri bir imanları olduğunu düşünüyorlardı.
Hem İslâm, aksiyon demekti. İslâmî yaşayışta heyecan olmalıydı. Hareket olmalıydı. Namaz elbette bir emirdi, ama cihad ve mücadele de bir emirdi. ‘Hayat, iman ve cihad’dı.
Topluma vermeleri gereken şeyler vardı, olmalıydı. Günler ve geceler boyu bunun istişaresini yapıyorlardı. Hepsi farklı fakültelerde, ama aynı yurtta kaldıklarından, altı kişilik bir ekip olmuşlardı şimdiden.
Bir gün yine toplandılar. Okullarının yarı sınıflarına gelmiş, artık ciddi birer mesleki yöneliş seçecek ayrıma ulaşmışlardı. Hepsi teker teker söz alarak, kendisi için münasip gördüğü ideali ortaya koydu:
“Ben” dedi ilahiyat okuyan, “Ben, akademisyen olarak İslâm’a hizmet edeceğim. Profesör olursam, sesimi daha iyi duyururum!”
“Ben” dedi mühendislik okuyan, “Ben, prestijli bir mühendislik firmasında çalışan çok iyi bir mühendis olursam, İslâm’a çok güzel hizmet ederim.”
“Biz” dedi edebiyat okuyan, “İslâmî edebiyat alanında çok zayıfız. Edebiyatı bu entel-dantellerin elinden kurtarmak gerek!”
“Ben” dedi yabancı dil okuyan, “Ben gayrimüslim bir hocadan ders alacağım. Onları da tanımamız lazım. Onlarca mücadele için, tanımak şart!”
“Ben” dedi iktisat okuyan, “Zengin bir tüccar olup İslâm’a hizmet etmenin bana en uygun şey olduğunu düşünüyorum. Yeni Abdurrahman bin Avflar neden yetişmesin?”
Ve “Ben” dedi gazetecilik okuyan, “Kendimi öyle güzel yetiştireceğim ki, en büyük medya kuruluşlarında yer alacağım. Yüksek yere çıkarsan, sesin daha çok duyulur!”
* * *
Şimdi ülkenin en çok okunan yazarı. Bu unvanı, ‘mesaj kaygısı’ndan uzak yazılarıyla kazandığını düşünüyor...
İki yıl sonra hepsi okullarını bitirmişlerdi. O gün konuştukları şeyleri gerçekleştirebilmeleri konusunda hayat onlara çok bonkör davrandı.
İlahiyat okuyan, mastırını, doktorasını, tezlerini sırasıyla tamamladı ve ülkenin en genç profesörlerinden biri oldu. Ama tabii hayat zordu. “Bir gün hizmet makamına ulaşabilmek adına” yolda bazı ufak kazalar meydana geldi. Birkaç defa, hak edenin değil de göz dolduranın yükselmesi kuralının kendi şahsı için işlemesine neden oldu. “Olsun” du. Sonuçta o makama gelmekti asıl olan. Profesör olduğu gün, okulda büyük bir eylem meydana geldi. Başörtülü kızlar, okula girmek istiyorlardı. Ama akademik kadro, onları ilk engelleyenler oldu. En önde de bizim profesörümüz vardı. Kızları, “sabretmeleri ve şimdilik açılmaları” için iknaya çalışıyordu.
Mühendislik okuyan, yurtdışında parlak bir kariyer edindikten sonra, ülkenin en büyük firmalarından birinde işe başladı. İş yerindeki pozisyonu nedeniyle ‘seküler’ bir hanımla evlendi. İçkili toplantılar, yemekler, balolar... “Kendisini müslüman olarak kanıtlamak” için katlandığı bedeller oldu. Şimdi kariyerini orada yükselerek sürdürüyor. Ara-sıra eski arkadaşlarını ve ideallerini hatırlıyor. Ama iş yoğunluğundan olsa gerek, çok sürmüyor realize olması.
Edebiyat okuyan, ‘bir edebiyatçının olmazsa olmazı’ sigara ile işe başladıktan sonra, daha iyi yazabilmek için şehrin en seküler mekânlarının müdavimi oldu. Oradaki arkadaş çevresi, onu ‘İslâmî bir edebiyatın olamayacağına’ ikna ettiler. Arada, “Edebiyatı ideolojilere ve subjektif inanışlara kurban etmemek” konulu yazılarına rastlamak mümkün.
Yabancı dil okuyan, ‘dili daha iyi öğrenmek ve onları tanımak’ adına, gayrimüslim hocası ile samimiyetini ilerletti. Hocasının bayan olması, şansının yaver gitmesini sağladı. Hocasıyla ‘elektriklerinin tuttuğunu’ fark etti. Kitâb’ı karıştırdı. “Ehl-i Kitâb” kadınları ile evlenilebileceği hükmünü görünce, rahatladı. Evlendiler. Şimdi yurtdışında yaşıyorlar. Çocuklarının isimleri, ileride damgalanmasınlar diye İngilizce.
İktisat okuyan, çok zengin bir tüccar oldu. Babasının da desteğiyle büyük bir fabrika kurdu. İşleri son derece iyi. Ancak zekâtını verebilmesi henüz nasip olmadı. Çünkü ‘zaruri ihtiyaç’ listesinin kabarıklığı, ülkedeki ekonomik kriz, ‘büyüyerek daha çok kişiye istihdam sağlama’ konusunda gösterdiği hassasiyet ve bunun getirdiği borçlar, bütçesinde küçük sarsıntılar yaratıyor. Arada bir, şehrin camilerine küçük yardımlarda bulunuyor.
Ve gazetecilik okuyan, gerçekten de ülkenin en büyük medya grubunda işe başladı. Kısa zamanda köşe sahibi oldu. Ancak medya patronunun çıkar ilişkileri, ‘radikal İslâmcılar’ın hataları, girdiği yeni çevrenin sunduğu muazzam imkânlar, istediği herşeyi yazmasına mani oluyordu. O da isteklerini yeniden formüle ederek sorunu çözdü. Şimdi ülkenin en çok okunan yazarı. Bu unvanı, ‘mesaj kaygısı’ndan uzak yazılarıyla kazandığını düşünüyor.