ABD’nin İran’a saldırıp saldırmayacağının hararetli bir şekilde tartışıldığı günlerdeydi. Yaklaşık iki sene önce kadar yani… Bir araştırma merkezinde “mahir” bir uzmanın bu işin bir iki ay içerisinde nasıl gerçekleşeceğine dair öngörülerini dinliyorduk. Komplo teorileri konusunda “kaynak” olarak kabul edilen bu uzmana göre ABD İran’a kesinlikle saldıracak ve işini bitirecekti. Bir ara söz alıp bu analizin İran’ı, gücünü ve tarihini çok fazla önemsemeyen bir analiz olduğunu düşündüğümü söyledim. Ta Sasanilerden beri var olan devlet geleneğinin İran’ın öyle kolay lokma olmasına müsaade etmeyeceği kanaatinde olduğumu da ekledim. Uzman müstehzi bir edayla “üç beş mollanın ne ufku, ne hesabı olur” diye geçiştirdi sözlerimi. Ben de inat ettim, “görürsünüz” tarzında bir çıkış yaptım. Sonrasında ne İran’a saldırı oldu, ne de ABD eski iddiasını korudu, ama uzmanımız analiz yapmaya ve gelecekle ilgili öngörülerini paylaşmaya devam etti. Halen ediyor da. Nasılsa ne kadar atıp ne kadar tutturduğunun çetelesini takip eden yok.
İran basit ve sıradan bir ülke değil. Tıpkı Çin ve Rusya gibi. Bu ülkelerin devlet geleneğinin –ki bunu hayatını sürdürme refleksi olarak da okuyabilirsiniz- hâlihazırda savundukları ideolojiyi aşan bir boyutu vardır. Komünist de olsa mesela Rusya’nın bu ideolojiden bağımsız ve aşkın bir iradesi her zaman mevcut olmuştur. Nitekim komünizm yıkılıp da ortada savunulacak bir ideoloji kalmadığı zaman bu irade işi eline almış ve geminin bir şekilde karaya oturmasına müsaade etmemiştir. Bugün bu iradenin ete kemiğe bürünmüş halinden söz edilebilecekse ülkeyi eski dönem çarlarından daha mahir idare ettiğini gördüğümüz Putin’e bunu yakıştırabiliriz.
Ahmedinejad’ın ikinci dönem başkanlık yapmaya hak kazandığı seçimlerle ilgili ortalığın karışmasından medet umanların atladıkları nokta işte bu devlet geleneğidir. İran kendi üzerine yapılan hesapların nasıl değiştiğini okuyabilecek ve bununla ilgili birkaç hamle yapabilecek derecede uyanık mollaların ülkesi. Bu ülkeye yönelik açık bir saldırı ihtimalinin neredeyse hiç konuşulmuyor olması ABD ve İsrail’in planlarının bitmesi anlamına gelmemişti tabii ki. Planlar hep var oldu, olacak da… Ama plan şimdilerde daha değişik yöntemlerle hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kadife devrim bu planın bir parçası da olabilir, planı ört bas etmeye yarayan bir kılıf da…
Tabii ki seçim rahatsızlığı güvenlik ve dış politika ile açıklanamayacak kadar karışık bir dizi faktöre dayanıyor. Çoğunluğunu rejimin baskıcı karakterinden şikâyetçi kadın ve gençlerin oluşturduğu taraftarları ile Musavi seçim sonuçlarına direnmeyi sürdürüyor. Sonuç ne olur bilinmez ama ben yine de mahir ve kaynak olmasam da “İran bu işin üstesinden gelir” diyerek bitireyim. Ama İrşad Bakanı’nın devrim sonrası doğmuş gençlerin %95’inin namaz kılmadığına ilişkin tespitinin yanına kocaman bir soru işareti koyarak… Hayır, bunu devrimin başarısızlığına ilişkin bir gösterge olarak aldığım için değil bu soru işareti. Esas bunun devrimin başarısına ilişkin bir gösterge olarak kabul edilmesinin ne kadar anlamlı olduğunu sorguladığım için…