
Günümüzde ülkeler hayatın her alanında gelişmenin değerini biliyor ve bu bilinçleri sayesinde durmaksızın çalışarak yeni fikirler üretip yeni projeler geliştiriyor. İnsanlar daha iyi bir hayat sürmek için teknoloji ve sosyal bilimler üzerinde çalışıyor, ancak ülkemiz insanları belirli dönemler hariç bu gelişim ve değişimi sadece dışarıdan izlemekle yetiniyor. Türkiye’nin son yıllarda önemli atılımlar yapmasına rağmen bu yarışta istediği yere ulaştığı söylenemez.
Avrupa’nın en genç nüfusuna sahip olmamıza rağmen elimizdeki bu cevheri kullanamıyoruz çünkü yıllardır duyduğumuz ama üstüne kafa yormadığımız şeylere inandırılmış haldeyiz. Türkiye olarak en çok inandığımız yalan ise “Avrupa Türkiye’nin gücünün farkında bu yüzden gelişmemize izin vermiyor, çünkü izin verseler Türkiye yine dünyaya hükmeder.” cümlesi. Millet olarak iltifat duymaktan hoşlandığımız için en çok inandığımız yalan bu olsa gerek. Dünya sürekli olarak gelişiyor ancak bu değişim ve gelişimi ülke olarak dışarıdan izliyor, müdahil olamıyoruz. Dünyanın gelişimi karşısında ise sadece “Gâvur yapıyor abi”, “Bizim aklımız ermez zaten” şeklinde umursamaz ve aciz yorumlar yaparak hayatımıza devam ediyoruz.
Gençler olarak yaptığımız en büyük hata ise dünyanın en iyi şekilde bize sunulduğunu sanıp düzeltmek için çaba sarf etmemek veya kendimizi bunun için yetersiz görmemizdir. Düşünülebilecek en iyi sistemler düşünüldü ve uygulandı artık daha iyisini bulamayız düşüncesi toplumun geneline yayılmış durumda ve bu durum acizliğimizi gösteren örneklerden biri.
Birkaç örnek vermek gerekirse, Osmanlı Devleti 1299 yılında kurulduğunda küçük bir beylik iken 600 yıl boyunca üç kıtaya hükmedeceğini, Steve Jobs’ın “Apple” markasını kurduğu gün dünya bilişim sektörünün dümenini eline alacağını veya Arap Baharı’nın ilk günlerinde ise yıllardır iktidarı ellerinde bulunduran diktatörlerin bir bir devrileceğini kim tahmin edebilirdi. Anlatmak istediğimi yıllar önce dile getiren Edward de Bono’nun deyişiyle “Yarının bu günden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen bugün, yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz olsun daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz.”
Bu durumun oluşmasında yıllardan beri süregelen, ailemizden öğrendiğimiz normlarında etkisi olduğu bir gerçek. Gençler daha ortaokul sıralarındaki iken aileler tarafından “İyi bir okul kazan, bitir. Maaşı yüksek bir işe gir, evlen ve rahat bir yaşam sür. Dünyayı kurtarmak sana mı kaldı?” söylemlerine maruz kalıyorlar. Çocukluklarından itibaren duydukları bu ve bunun gibi sözlerden dolayı gençler bencilleşmeye, biz yerine ben öznesini kullanmaya başlıyorlar. Millet olma mantığını anlamayıp ülkemiz için bir şeyler yapmak yerine ben mantığıyla hareket ederek nereye kadar gidebiliriz?
Bunun yanında insanlarımız gelişen ulaşım ve iletişim teknolojilerinden yararlanarak -tabi ki başka ülkelerin geliştirdikleri- diğer ülkelerin sahip oldukları yaşam standartlarına görüyor ve o ülkelere özenerek şu tür cümleleri kurmaktan da geri kalmıyorlar “Türkiye’de yaşanmaz abi gideceğim bu ülkeden”. Hayatı boyunca herhangi bir katkı yapmadığı ülkesini kötüleyip diğer ülkelerde yaşamayı istemek ne kadar mantıklıdır? Ülkemizi düzeltmek ve ona değer katmak için elini taşın altına sokmak varken kaçmak ne kadarda onurlu(!) bir hareket olur değil mi?
Sonuç olarak dünyadaki değişim ve gelişim yarışını dışarıdan izleyip kendimizi yetersiz görmek yerine sahip olduğumuz gücün farkına varıp, ülkemiz için çabalayarak bu yarışa biz de dâhil olabiliriz. Yıllardır inandığımız masalları bir yana bırakmanın zamanı gelmedi mi?