
Hizmet ehli, her şeyden önce etrafına sağlam bir karakter sergileyebilmelidir. Zira insanlar, sağlam karakterli, vakarlı, örnek şahsiyetlere hayran olur ve onları örnek alarak peşlerinden giderler. Nitekim insanlar tarih boyunca dâimâ Allâh’a dâvet eden, nefisleri tezkiyeye çalışan, gönülleri Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye istikâmetinde irşad ve ihyâ eden, takvâ hayâtı yaşayan ve kendini Allah yoluna adamış olan Hak dostlarına hayran olup onları tâkip etmişlerdir.
Bu kıymetli zâtlar, zevk-u safânın ağına düşerek eriyip gidenlerin aksine, yüksek bir ahlâk, fazîlet, zarâfet ve feyizli bir hizmet sergilemişlerdir. Öyle ki, dünyevî saltanat ve ihtişam, böyle Hak dostlarının gönüllerini hiçbir fiyata satın alamamış, dünyânın hiçbir mevkî ve makâmı onları mübârek gâyelerinden ve mukaddes vazifelerinden ayıramamıştır. Onlar, maddecilik tûfânında boğulmak üzere olan kitlelerin âdeta sığınağı ve barınağı gibidirler. Sultanlar, vezirler, devlet erkânı, halkın bedenlerine ve cisimlerine hükmedebilirken; Hak dostları, gönüllere taht kurmuşlardır. Onlar, hiçbir maddî menfaat gütmeden halka fedâkârâne hizmet ettiklerinden, aşk ve vecd dolu îman hâlleri, büyük bir tesir bereketine mazhar olmuştur.
Abbâsî halîfesi Hârun Reşid, ihtişam ve saltanat içinde Rakka’da ikâmet ediyordu. Bir gün oraya Abdullah bin Mübârek Hazretleri geldi. Bütün şehir halkı onu karşılamak için şehir dışına çıktı. Halîfe neredeyse koca şehirde yalnız kalmıştı. Bu manzarayı balkondan seyreden Hârun Reşid’in bir câriyesi:
“–Bu da nedir? Ne oluyor?” diye sorunca oradakiler:
“–Horasan’dan bir âlim geldi. Adı Abdullah bin Mübârek’tir. Ahâlî onu karşılıyor.” dediler. Bunun üzerine câriye:
“–İşte gerçek sultanlık budur, Hârun’un sultanlığı değil! Çünkü Hârun’un sultanlığında polis olmadan işçiler bile bir araya toplanmıyor.” dedi
(Bk. Osman N. Topbaş, Hizmet, 102,103).